Senaryosunu, Michael Lloyd Green’in yazdığı “I Am Mother”, Grant Sputore’nin yönetmen koltuğunda oturduğu ilk uzun metrajlı (debut) sinema filmi…
Prömiyeri, 25 Ocak 2019 da Sundance Film Festivalinde yapılan ve 7 Haziran 2019 tarihinde Netflix platformunda yayın akışına dâhil edilerek vizyona sokulan filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Ancak, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, içinde çok ince mesajlarda barındıran sağlam bir hikâyenin iyi oyunculuk performansı ile kurgulanarak sunulmuş doyurucu bir film hali olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
İkisi insan biri de robot, toplam üç kişinin rol aldığı filmin yorumuna, oyuncu kadrosu ile adım atmanın çok daha uygun olacağını düşünüyoruz…
Zira gerek korunaklı ve tam donanımlı bir sığınakta yaşayan (ve o sığınağı yöneten) robot bedeni içindeki “Anneyi” seslendiren Rose Byrne, gerek onun “Kızını” oynayan Clara Rugaard ve gerekse de dışarıdaki kaotik bir ortamda yaşamını devam ettirmeye çalışan “Kadın” karakterini canlandıran Hilary Swank için bizim çok da fazla laf sarf etmemize gerek yok…
Neden mi?
Bu üçlüyü, 115 dakika boyunca yerinizden kıpırdamadan hipnotize olmuş gibi izliyorsunuz da ondan…
En azından ben öyle izledim bu üçlünün başarılı performanslarını…
Tabii bu arada, insani bir boyun borcu olarak, müzik, görüntü yönetmeni, editör, prodüksiyon tasarımcısı, sanat yönetmeni, set dekoratörü, kostüm tasarımcısı, makyöz, efektler vs. gibi görevleri icra eden isimlerden oluşan teknik ekibe de, çıkardıkları eli yüzü düzgün iş nedeniyle teşekkürlerimizi iletmemiz gerekiyor…
Fakat bütün bunlar, yani filmin hem oyuncu kadrosunun hem de teknik ekibinin başarısı sadece işin görünen yüzleri…
Çünkü filmin yönetmeni Grant Sputore, turpun büyüğünü hikâyenin tam da ortasına gömdüğü gibi taşı da gediğine finalde koymuş...
Nasıl mı?
Aslında her ikisi de, insan olarak izole bir biçimde tek başlarına yaşayan “Kız” ile “Kadının” yaşam tarzlarına ve bu tarzlardan türeyen kavrayış ve çözümleme biçimlerine bakarak bunu çok rahat anlayabiliyoruz…
Şöyle ki; “Kız” (Clara Rugaard), her türlü ihtiyacının karşılandığı son derece hijyenik ve korunaklı bir ortamda Comte’dan Kant’a kadar felsefe ve bilim ile ilgilenip düzenli olarak sınavlara girerken, kaotik bir ortamda sürekli korku içinde yaşayan “Kadının” (Hilary Swank), yanında taşıdığı Edgar Rice Burroughs’un “The Gods of Mars / Mars'ın Tanrıları” isimli bilim – kurgu kitabına hayali resimler çizmesi ve yaşadığı berbat konteynerde tespih, Meryem Ana heykelciği ve Meryem Ana ikonası bulundurması kesinlikle rastlantısal bir durum değildi…
Bize göre bütün bu detaylar, filmin hikâyesinin yazarları olan Michael Lloyd Green ve Grant Sputore ikilisinin, inanç sistemlerine ilişkin olarak oldukça bilinçli bir tasarımla / kurguyla izleyiciyi, “artık geriye kalan boşlukları da siz doldurun” biçiminde entelektüel bir çabaya koştukları küçük bir testti…
Hele filmin finalinde, “Kadın” ile “Anne” (robot) arasında yaşanan (yine bu konuyla alakalı) öyle bir sahne var ki, anlatırsam kesin spoiler olacağı için hiç girmiyorum…
Ama siz siz olun bu sahneyi, özellikle de filme damgasını vuran “Anne”nin (robot) Meryem Ana heykelciğine, "Haydi gel de kurtar" dercesine yaptığı el hareketini kesinlikle kaçırmayın… Yoksa film yine havada kalacak ve konuyu kavrayamayan pek çoğu gibi sizde başlayacaksınız, “Nedir bu ya?” diye Netflix’e saydırmaya…
Belki biraz tarzımızın dışında olacak ama buraya kadar söylediklerimizin tamamı, zımnen de olsa ikisini de içerdiği için filme ilişkin hem ilk tespitimiz hem de ilk önerimiz olsun…
Artık ayrımı gönlünüze göre siz kendiniz yaparsınız…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de, yapılmış ve yapılacak olan olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan “bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,