Coğrafya kader midir gerçekten?
Yazar: Duygu KocabaylıoğluToplumların hafızasına kazınmış, öyle tarihi figürler vardır ki hikayeleri sözlü ya da yazılı kültürde anlatılırken bazen yoldan çıkar, kimi zaman gerçeklik çarpıtılır; haydutlar vatansever, katiller kahraman olur… Ya da onlar esas kahramandırlar; çoğunluğun/devlet erkinin durduğu ve onlara bakıp, yargıladığı nokta sorunludur? Bu hafta vizyonun en farklı ve en kendine has filmi Kelly Çetesi'nin Gerçek Hikayesi (True History of the Kelly Gang) de Avustralya’nın toplumsal tarihine mal olmuş, tartışmalı bir figürü Ned Kelly ve ailesinin/çetesinin hikayesini beyazperdeye taşıyan, cesur bir film.
Ned (Edward) Kelly, Avusturalya kıtası henüz kolonyal İngiliz yönetiminin (Government of Victoria / Viktorya Eyalet Hükümeti) hakimiyetindeyken, 1854’te Melbourne kentinde, fakir ve göçmen bir İrlanda ailesinde dünyaya gelir. Ve 1880’deki idamına kadar geçen 26 yıllık kısa yaşamı, neredeyse 150 yıldır pek çok kitap, film, televizyon dizisi hatta tiyatro oyunlarına, müzikallere farklı yorumlarla konu olur. Yapım yılı 2019 olan Kelly Çetesi'nin Gerçek Hikayesi filmi de yazar Peter Carey'in aynı isimli romanından, yine bir Avustralyalı olan Justin Kurzel tarafından sinema perdesine uyarlandı.
Pek çok ödül ve övgüye mahzar olmuş Snowtown (2011), The Turning (2013) ve Macbeth (2015) filmleri, filmografisi belli bir çıtanın üzerinde olan Justin Kuzel rejisini en son –yine bir uyarlama olan- Assassin's Creed de seyretmiştik; özellikle video oyunu hayranlarını hayal kırıklığına uğratan film, ne eleştirmenlere ne seyircilere yaranamayan bir bilimkurgu aksiyonu olarak tozlu raflardaki yerini aldı. Yönetmen Kuzel bu sefer işini şansa bırakmamak adına Ned Kelly’nin hikayesini Snowtown filminde beraber çalıştığı Shaun Grant’a teslim etmiş. Hakkını vermek gerek Grant’ın doğrusal bir zamanı takip eden episodik senaryosu, Justin Kuzel’in karakterin evrimine göre şekillendirdiği sarsıcı anlatım tekniği ile birleşince, ortaya özdeşlik kurabileceğimiz bir anti-kahraman çıkmasına olanak vermiş.
Film henüz daha girişinde “Bu filmdeki olaylar ve kişiler gerçek değildir.” sözüyle açılışını yapıyor ve Kelly ailesinin sözde ‘gerçek’ hikayesini, Ned’in çocukluk dönemine de hatırı sayılır bir pay ayırarak ele alıyor. Carey’in romanını hiç okumamış olsak da Grant’ın ‘gerçeğin peşindeki’ senaryosunun, Kelly ailesinin bir haydutlar çetesine dönüşümü için ‘meşru ve haklı’ gerekçeleri Ned’in büyüme hikayesine yedirerek bir nev-i “tersine bildungsroman” tekniği üzerinden ilerlediğini görüyoruz. Zira, klasik birey/karakter oluşumunun tam tersine bir öykü ve final var elimizde…
Çocuk oyuncu Orlando Schwerdt’in parlak bir performans ile hayat verdiği, henüz “Çocuk” (Boy) Ned Kelly ile filmin ilk 20 dakikasında empati kurmamız da pek zor olmuyor. Akabinde takip eden Erkek (Man) bölümü ise inişli-çıkışlı temposuyla genç yirmilerindeki Ned’in aydınlık ya da karanlık tarafa geçme arasındaki çalkantısını perdeye taşıyor. 10 yıllık bir hapis hayatından ve tüm gençliği elinden alındıktan sonra düzgün ve sakin bir hayat peşinde olan Ned, yaşadığı haksızlıklar neticesinde nihayetinde üçüncü bölüm olan Monitör episodunda bir suç makinesine dönüşüyor. Hırsızlığa ‘yatkın’ genlerinin izinde pek çok banka soygununun yanı sıra, kolonyal düzene baş kaldırarak ve özellikle kolluk kuvvetlerine yönelik intikam-vari saldırılar ve cinayetler, Kelly çetesinin ve yandaşlarının hanesine yazılıyor… Kimisi için Avustralyalı Robinhood, kimisi için gangster bir suçlu…
Grant ve Kuzel ikilisi, ailenin belalı annesi Ellen Kelly’nin aile bireyleri için gelecek tayin eden pozisyonuna ise özellikle vurgu yapıyor. Ellen öyle lanetli biçimde resmediliyor ki bu yarı-çatlak kadın yüzünden Kelly kardeşlerin başı beladan kurtulmuyor sanki. Şaşırtmayan bir biçimde Oedipus kompleksi resmen Ned’in paçalarından buram buram, son nefesine kadar akıyor; mevzu sadece biyolojik babanın fiziki varlığı -ya da yokluğu- değil, herhangi bir baba figürü de Ned’in laneti olarak resmediliyor.
Hayatın üzerlerinden geçtiği göçmen (İrlandalı) anne ve babadan, o hiçliğin ortasındaki barakadan kendisini olumlu biçimde gerçekleştirmiş bir insanın çıkmasının imkansızlığını, coğrafyanın tasarımı ile de önümüze seriyor yönetmen Justin Kuzel. Ned’in gölde hayatını kurtardığı İngiliz çocuğun hayatı ve gelecek vaat eden ailesi ne kadar yeşillikler içerisinde resmediliyorsa, ertesi güne ekmeği olmayan Kelly ailesinin tek bir ot bile yetişmeyen, kurak ağaçlarla çevrili arazisi bir o kadar taşra imkansızlığını vurgular biçimde tasarlanmış. Lady Macbeth’in (2016) ödüllü görüntü yönetmeni Ari Wegner’in sinematografisi, coğrafyalar arası geçişte de etkisini gösteriyor; Kuzel’in Ned’in kırılma anındaki ruh halini daha da sert vermek için kullandığı hareketli kamera tekniğinde de.
Nihayetinde Kuzel elindeki oyuncu kadrosundan istediğini almayı da başarıyor; filmi büyük ölçüde sırtlayan George MacKay Ned Kelly’yi idam ipine kadar nefis bir performans ve ruh değişimi ile seyirciye geçirirken, anne Ellen Kelly rolünde Essie Davis de çizilen çerçevenin içini hakkıyla dolduruyor. Ned Kelly’nin çocukluk yıllarında kısa bir süre için haydut Harry Power olarak seyrettiğimiz Russell Crowe ise tadımlık bir performans ile seyirciyi selamlıyor.
Avusturalya kıtasının yerel efsanelerinden olan Kelly ailesini biçimsel bir anlatımla beyazperdeye taşıyan Kelly Çetesi'nin Gerçek Hikayesi bu haftanın biyografi dramı olarak vizyonda…