Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Filmin duygusal yanı da ilginç. Tüm o kargaşa içinde Anna üç aşk birden yaşıyor. Rus ajan Alex, Amerikalı ajan Lenny ve de hayranı Fransız Maud’la lezbiyen bir ilişki. Her ne kadar sonuncusu daha çok Maud açısından yaşanıyorsa da.... Ama belki en etkileyici oyuncu yine o unutulmaz ve yorulmak bilmez Helen Mirren. KGB büro şefi Olga’da öylesine doyurucu bir portre çiziyor ki... O Rus şivesiyle konuştuğu İngilizcesiyle...Ve bana biraz sevgili dostum, tiyatro eleştirmeni Dikmen Gürün’ü hatırlatarak...
Eleştirinin tamamı için: T24
Evrensel
Yazar: Şenay Aydemir
Bir Luc Besson fantezisi olarak durmadan ileri ve geri saran ve aslında fazlaca da işlevi olmayan zaman akışı sizi rahatsız etmediyse, Anna’nın 1987 yılında ‘laptop’undan “online” iş başvurusu yapması da rahatsız etmeyecektir muhtemelen. Ya da aynı yıllarda herkesin elinde olan cep telefonları da. Ama bütün bunları “nihayetinde bu bir film” diye geçiştirsek bile ortada bir filmde olması gerekenler de yok. Örneğin böylesi bir ‘casusluk’ hikayesinde kurulan entrikaların basitliği, öngörülebilirliği. Filmin bitişine yarım saat kala kimin kiminle iş birliği yaptığı ve aslında nasıl biteceğinin apaçık ortada olması. Daha geçen yıl izlediğimiz “Kızıl Serçe”nin bir tekrarının, “Nikita”nın kötü bir kopyasının ve en fenası umutsuz bir “John Wick” öykünmesinin perdede akıp gittiği bir iki saate hazırsanız bu film tam size göre.
Eleştirinin tamamı için: Evrensel
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
Ana karakteri kadın olan aksiyonlar ister istemez o eski formüle, ‘Soğuk Savaş’ dönemi refleksleriyle dolu ajan filmlerine başvuruyor. Sağ olsun, günümüz dünyasının politik konjonktürü de bu dengeleri yeniden ürettiği için anlatılan öykülerin yer yer karşılığı var. Ama senaryolarda aktarılanlar o kadar karikatürize ve mantık dışı oluyor ki, “Film işte” deyip geçiyorsunuz. Dolayısıyla ‘Anna’nın yansıttığı hissiyatın da aynı olduğunu belirtelim...
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
T24
Filmin duygusal yanı da ilginç. Tüm o kargaşa içinde Anna üç aşk birden yaşıyor. Rus ajan Alex, Amerikalı ajan Lenny ve de hayranı Fransız Maud’la lezbiyen bir ilişki. Her ne kadar sonuncusu daha çok Maud açısından yaşanıyorsa da.... Ama belki en etkileyici oyuncu yine o unutulmaz ve yorulmak bilmez Helen Mirren. KGB büro şefi Olga’da öylesine doyurucu bir portre çiziyor ki... O Rus şivesiyle konuştuğu İngilizcesiyle...Ve bana biraz sevgili dostum, tiyatro eleştirmeni Dikmen Gürün’ü hatırlatarak...
Evrensel
Bir Luc Besson fantezisi olarak durmadan ileri ve geri saran ve aslında fazlaca da işlevi olmayan zaman akışı sizi rahatsız etmediyse, Anna’nın 1987 yılında ‘laptop’undan “online” iş başvurusu yapması da rahatsız etmeyecektir muhtemelen. Ya da aynı yıllarda herkesin elinde olan cep telefonları da. Ama bütün bunları “nihayetinde bu bir film” diye geçiştirsek bile ortada bir filmde olması gerekenler de yok. Örneğin böylesi bir ‘casusluk’ hikayesinde kurulan entrikaların basitliği, öngörülebilirliği. Filmin bitişine yarım saat kala kimin kiminle iş birliği yaptığı ve aslında nasıl biteceğinin apaçık ortada olması. Daha geçen yıl izlediğimiz “Kızıl Serçe”nin bir tekrarının, “Nikita”nın kötü bir kopyasının ve en fenası umutsuz bir “John Wick” öykünmesinin perdede akıp gittiği bir iki saate hazırsanız bu film tam size göre.
Hurriyet
Ana karakteri kadın olan aksiyonlar ister istemez o eski formüle, ‘Soğuk Savaş’ dönemi refleksleriyle dolu ajan filmlerine başvuruyor. Sağ olsun, günümüz dünyasının politik konjonktürü de bu dengeleri yeniden ürettiği için anlatılan öykülerin yer yer karşılığı var. Ama senaryolarda aktarılanlar o kadar karikatürize ve mantık dışı oluyor ki, “Film işte” deyip geçiyorsunuz. Dolayısıyla ‘Anna’nın yansıttığı hissiyatın da aynı olduğunu belirtelim...