Zoraki dansın güzelliği!
Yazar: Banu Bozdemirİspanyol yönetmen Icíar Bollaín’in ellerinden çıkma kıpır kıpır bir filmle karşı karşıyayız! Ele avuca sığmayan Kübalı Carlos Acosta’nın hayatının kıvrımlarını dolanıyoruz Yuli’de. Ken Loach’ın senaristi Paul Laverty tarafından yazılan senaryo Acosta’nın hayatının çocukluğuyla birlikte Küba’nın sosyal ve siyasi konumunu da bizlere sunuyor. Babası Acosta’yı yoksulluk kokan sokaklarda dans eden çocuklardan ayrı bir yere koymak için epey çabalıyor. Acosta kaçıyor, babası deyim yerindeyse kulağından tuttuğu gibi onu Küba Dans Okulu’nun salonunun önüne bırakıyor. Babasının gözünde o bir Yuli! Yani Afrika Tanrısı Ogun’un oğlunun adını veriyor, vazgeçmesin diye!
Aslında babası ve Yuli arasındaki çatışma dansın türünden ve disiplininden kaynaklı. Salsa ve break dansını sokaklarda bir hayli keyifle icra eden Yuli, baleye toplumsal olarak yüklenen anlamlardan dolayı kaçıyor. Ama sonrasında balenin güzel ve zarif anlatımında dünya çapında ünlü bir isim haline geliyor. Küba’da dans kültürünün yaygın olduğunu düşünürsek, Yuli’nin dansı, attığı adımları ve onu dünyaca ünlü bir balet olmaya götüren yolun taşlarının bir nevi döşeli olduğunu söyleyebiliriz! Babası bu taşları tek tek adımlaması konusunda onu teşvik ediyor.
Filmde Carlos Acosta’da yer alıyor, yani kendi hayatını canlandırışına hem sahnede hem de filmde tanıklık etmiş oluyoruz böylece! Film bir başarı öyküsü, bir kariyer hikayesi. Ama film bunu gayet naif, insani, hikayelerin ve duyguların üzerinde dura dura anlatıyor. Yani kof bir yükseliş hikayesi sunma derdinde değil! Paralel bir anlatımla, sunulan dansla Acosta babasını canlandırıyor, kendisini ise mahalleden bir arkadaşının canlandırdığına biraz şüpheyle biraz da şaşırarak tanıklık ettik! Çünkü onun hikayesine neredeyse yer verilmiyor. Aynı şekilde Yuli’nin en büyük ablası Berta’nın değişen yaşamıyla ilgili durumda aniden karşımıza çıkıyor. Yönetmenin bu detayları atlayacağını düşünmüyorum, bu şekilde vermeyi tercih etmiş diyelim!
İlginç olan dansçılar bir süre sonra kariyer ya da başka sebeplerle ülkelerini terk etmek durumunda kalıyor. Beyaz Karga filminde Rudolf Nureyev’in hayatını izlemiş ve bizi dansına hasret bırakan yanından ötürü hayıflanmıştık. Aynı şeyi Tolkien’in hayatını anlatan Tolkien filmi için de söylemek mümkün! Eserlerindeki tutkuyu gerçek hayatlarında da görmek istiyoruz sanırım. Ama hayatlarında acılar, savaşlar, kaçmak zorunda kalınan durumlar ortaya çıkıyor. İki filmden de yakın zamanlı oldukları için bahsettim. Nureyev ülkesinin dışında dans etmek zorunda kalmıştı, Yuli de aynı şekilde! Ama Yuli fırsat buldukça ülkesinde alıyor soluğu, sanırım ülke sınırları dışında var olmak ona ihanet gibi geliyor. Ama bu gitgeller içinde kariyerini zirveye taşımayı başarıyor ünlü dansçı!
Burada babayla aralarında oluşan tatlı sert çatışma kadar babanın inadı ve öngörüsü de önemli! Oğluna kendilerini unutması, mesleğine odaklanması gerektiği öğüdünü veriyor ama aile bağı bir yerlerde mutlaka yeşeriyor. Ve çocukluk tabii! İçimizde ortaya çıkmayı bekleyen koca bir dünya var, onu farklı bir şekilde yaşamak isterken doğru bir yönlendirme şansına herkes sahip olamıyor! Acosta bu şansı yakalayanlardan! Bunu dans ederken, mesleğini icra ederken bedeninde, hareketlerinde, mimiklerinde görmek mümkün!
twitter.com/banubozdemir