Hesabım
    Deutschstunde
    Ortalama puan
    3,1
    1 Puanlama
    Deutschstunde hakkında görüşlerin ?

    1 Kullanıcı eleştirisi

    5
    0 Eleştiri
    4
    1 Eleştiri
    3
    0 Eleştiri
    2
    0 Eleştiri
    1
    0 Eleştiri
    0
    0 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Turgay Buğdacigil
    Turgay Buğdacigil

    Takipçi 2.066 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    18 Nisan 2023 tarihinde eklendi
    Senaryosunu, Türkiye dahil 30 ülkede yayımlanan, yaklaşık 22 dile çevrilen ve 22 milyon baskıya ulaşan çağdaş Alman edebiyatının klasikleşmiş isimlerinden biri olan Siegfried Lenz'in aynı adlı romanından (1968) uyarlayarak Heide Schwochow'un kaleme aldığı ve senaristin oğlu Christian Schwochow'un da yönetmen koltuğunda oturmakta olduğu “Deutschstunde / The German Lesson”; insanın görev duygusunu takıntı haline getirdiğinde, Nazizmin ruhunu da yansıtacak bir biçimde ortaya çıkan ürpertici sonuçlarının gözler önüne serildiği psikolojik bir drama olarak geliyor karşımıza...

    Gelin isterseniz, 28 Eylül 2019 tarihindeki dünya prömiyeri; Filmfest Hamburg'da yapılan ve sinemadaki gerçek değeri de ne yazık ki, bugüne kadar doğru dürüst anlaşılamayarak hak ettiği seviyeye yerleştirilememiş olan bu sıra dışı filme biraz daha yakından bakalım...

    ***

    Kapağında, "Siggi Jepsen'den Almanca Denemeler" etiketi bulunan bir defterin içine Siggi'den (Tom Gronau); hapishanedeki hücresinde, "Görev Tutkusu" başlıklı bir makale yazması istenilmektedir...

    Ama çocukluğunda babası sayesinde deneyimledikleri ve o yüzden de anlatacağı pek çok şey bulunan Siggi kendini, "sıradan" ve "göstermelik" bir makaleyle sınırlandırmak istememektedir...

    ***

    O nedenle de, ani bir flashback ile 1943 yılına dönüldüğünde...

    Her ikisi de, bisikletlerinde pedal çevirmekte olan onlu yaşlarının ilk yıllarındaki Siggi (Levi Eisenblätter) ile cebinde bir Nazi hükümeti tebligatı taşıyan polis komiseri babası Jens Ole Jepsen (Ulrich Noethen); Max Ludwig Nansen'in (Tobias Moretti) ziyaretine gitmektedirler...

    Vardıklarında evin kapısını açan Ditte Nansen (Johanna Wokalek) kendilerini; kocası Max'in yağlı boya resim çizmekte olduğu, denizin kıyısındaki gelgitlerin oluşturduğu çamurluklara yönlendirir...

    ***

    Birlikte Max'e doğru ilerleyen baba ile oğuldan Siggi, yerde bulduğu ölmüş bir martının iskeletiyle ilgilenirken; Jens'de cebinden çıkartarak hemen okuması için ısrar edeceği tebligatı Max'e uzatır...

    Zira Nazi otoritelerince, resim yapılmasının yasaklanıldığı bildirilmektedir Max'e...

    Bu, Jens ile Max arasında yaşanırken...

    Bulduğu martının iskeletini, Max'in stüdyosundaki tuvallerden birinin üzerine yerleştiren Siggi'de; kara kalemle iskeletin etrafında dönerek çizmektedir...

    ***

    - Rugbüll Polis Karakolu -

    Bir kısmını evi olarak kullanan Jens, karısı Gudrun Jepsen (Sonja Richter) ve oğlu Siggi'nin şaşkın bakışları arasında; Nazilerce "hastalıklı" olarak ilan edilen, duvarlardaki yağlı boya tabloları yerlerinden indirerek kendi ofisindeki bir köşeye koyar...

    Hem de Gudru'nun itirazlarına hiç aldırmadan...

    ***

    Sıklıkla yaptıkları gibi deniz kenarındaki çamurluklarda dolaşırken rastladığı ve şakalaşarak oynadığı ablası Hilke Jepsen'i de (Maria Dragus) eve getiren Siggi; ona da, babasının duvardaki resimleri kaldırdığı yerlerde ortaya çıkmış olan boya farklılıklarını gösterir...

    ***

    Ailecek oturulan akşam yemeği sofrasında; tabağındaki çorbaya hiç dokunmayan Gudrun'un, neşesi ile yaşama arzusunu büsbütün yitirişi dikkatlerden kaçmamaktadır...

    Yemeğin ardından yeniden çamurluklara dönen Hilke ile Siggi; yakalandıkları şiddetli fırtına ve yağmur sonrasında can havliyle kendilerini, yakınlarındaki halaları Ditte'nin kocası da olan Max'in stüdyosuna atarlar...

    Ve...

    Gerek tebligat ve gerekse de Jens'in tüm uyarılarına karşın Max'in, resim yapmaya devam ettiğini fark ederler...

    Hatta yasağa aldırmayan Max, Jens ile Nazileri tiye aldığı son tablosuna; alaycı bir tavırla "Görev Başında Gülen Martılar" adını da vermiştir...

    ***

    Derken...

    Çocuklarını arayan Jens'de çıkıp gelir Max'in stüdyosuna...

    Her ne kadar tablonun ve boya malzemelerinin üzerlerini örten Hilke ile Siggi; babalarının onları görerek, Max'i ilgili makamlara şikayet etmesinin önüne geçebilseler de...

    Pantolonu çıkarttırılan Siggi'nin çıplak kalçalarına, babasının ince bir sopayla defalarca vurarar cezalandırmasına engel olamazlar...

    Çünkü kendisini disipline ederek yola getirmeyi kafalarına koymuş olan annesi ile babasına göre Siggi, fırtına çıktığında eve gelmiş olmalıydı...

    ***

    Ertesi gün...

    Bisikletine atlayarak Max'in yanına giden Siggi, Max'in önerisi ve Siggi'nin de kimseciklere söylememeye Max'e söz vermesi üzerine; gerekli çizim malzemelerini de yüklenen ikili, resim yapacakları yere doğru yola koyuluverirler...

    Boşaltılmış bir binanın önüne ulaştıklarında da, tezgahı kuran Max; Siggi'ye "acıyı resmetmeyi" öğretecektir...

    Aslında babası Siggi'yi Max'in yanına, ona göz kulak olup; kendi nam ve hesabına, Berlin'in koyduğu yasağa uyup uymadığını denetlemekle görevlendirerek göndermiştir...

    Fakat resim yapmanın cazibesi daha ağır basmıştır Siggi açısından...

    ***

    Yalnız şimdi de Siggi'yi, içine de girip dolaşacağı; o kırık dökük eşyalar ve eski fotoğraflarla dolu binadaki insanların, nereye götürülmüş olduklarının merakı saracak ama sorduğu hiç kimseden de tatmin edici bir yanıt alamayacaktır...

    ***

    Neyse...

    Sıra, Jepsen ailesinin tüm fertleriyle kasabadaki diğer yakın dostlarında katılacağı Max'in mütevazı doğum günü partisinde; kız kardeşi olan Max'in karısı Ditte ile Jens, Max'in şerefine şarkı söylerlerken Berlin'den...

    "Dejenere Sanat Eserlerinin Ele Geçirilme Yasasına uygun olarak; son beş yılın tüm resimlerine, yarından itibaren el konulacağını bildiriyoz..." yazılı Jens'in de bilgisi dahilinde olmasına rağmen tedbir alması için Max'i uyarmadığı bir tebligat gelir...

    Merkezi Nazi otoritelerinden aldığı talimatları harfiyen ve hiç sorgulamadan yerine getirmekte tereddüt etmeyen Jens'in bu aymazlık hali; hem Max'i hem de Ditte'yi, çileden çıkartmaya yetmiş de artmıştır bile...

    ***

    Zaten sonraki gün kapıya dayanan bir kamyona, resimler Jens'in de yardımcı olduğu Gestapo ajanlarınca doldurulurken; yalvarıp yakarmalarının aksine, evden ayrılan Hilke, Siggi'yi annesi ve nefret ettiği babasıyla başbaşa bırakacak diye düşünürken...

    Kendini kolundan yaralayarak ordudan firar eden ve Siggi'nin onu, boşatılmış binada saklarken babası Jens'in de, merkezi otoriteye olan itaatinin bir kez daha test edileceği; asker kaçağı ağabeyi Klaas Jepsen'de (Louis Hofmann) mevzuya eklemlenecektir...

    Dakika 45...

    “Yalnızca itaat etmeyi bilenler emir de verebilir...” diyen Lenz'in romanındaki ana karakter Jens Ole Jepsen'in görev tutkusunun damgasını vurmaya devam ettiği filmin geride kalanında, siz değerli sinemasever dostlarımızı; şaşkınlıktan ağızları açık bir şekilde izlerlerken, görüntü yönetmeni Frank Lamm'ın şahane bir iş ortaya koymayı sürdürdüğü 80 dakikalık muhteşem bir bölüm daha bekliyor olacak...

    Keyifli seyirler,
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top