“The Last Laugh”, senaryosu da bizzat yönetmen koltuğunda oturan Greg Pritikin tarafından yazılan seyir keyfi oldukça yüksek ve sevimli “bir Amerikan komedisi…”
11 Ocak 2019 tarihinde Netflix tarafından yayın akışına dâhil edilerek vizyona sokulan filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puan ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde, bu filmi, her zamanki gibi önceliği yine oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Yoruma başlarken hemen girişte kullandığımız şu “bir Amerikan komedisi…” tanımına açıklık getirelim deriz…
Zira gerçekten de karşımızda (en azından bize göre), özellikle de Jack Lemmon ve Walter Matthau ikilisinin son dönem performanslarını anımsatan bir film var…
Ki maalesef bu da, komedi denilince aklına Recep İvedik filmleri ile 2010 sonrası yerli yapım TV dizileri düşenleri kesinlikle rahatsız edecek bir durum…
Aslında kökleri, 1930’lardaki Stan Laurel - Oliver Hardy furyası ile başlayıp 50’li ve 60’lı yıllarda Tony Curtis – Jack Lemmon, Tony Curtis - Jerry Lewis ikilileri şeklinde devam eden ve “kent” yaşamını benimsemiş orta sınıf Amerikalıların, Amerikan yaşam tarzını (American way of life) mizahi bir dille bütün dünyaya hem imrendirerek hem de güldürerek anlatmaya (ve benimsetmeye) adamış olan bu türün dünyanın geri kalanında (özellikle de geri kalmış üçüncü dünya coğrafyalarında) karşılık bulabilmesi çok da kolay değildir zaten…
Gerçi yaşı yetenler ve yetmese de eski Türk filmlerine özel ilgi duyanlar, bu tür Amerikan filmlerinin pek çoğunun 1960’lı ve 1970’li yılların Yeşilçam’ında “copy – paste” yöntemiyle İstanbullulaştırılarak Türk sinemasına aktarıldığını da çok iyi bilirler…
Bu filmlerde Ayhan Işık, Eşref Kolçak, Sadri Alışık, Orhan Günşiray, Zeki Müren, Erol Büyükburç, Cüneyt Arkın, Tarık Akan, Hüseyin Baradan, İzzet Günay ve Süleyman Turan gibi dönemin oldukça önemli isimleri, kamera karşısına geçmişlerdir…
Ancak tarihlerden de anlaşılacağı gibi bu İstanbullu salon filmlerinin dönemi sadece 15 – 20 yıllık geçici bir süre ile sınırlı kalmıştır…
Bütün bunlardan (ve elbette kısa süreli bir toplumsal gerçekçilik döneminden) sonra Türk sinemasında sahne artık (yine gerçeklerin değil), bu kez de taşranın ve taşra kültürünün egemen olduğu yeni bir dönemindir…
Ki yukarıda da sözünü ettiğimiz Recep İvedik filmleri ile TV dizileri, sosyolojik olarak bu yeni dönem kültürün en önemli halkalarından birini oluştururlar…
Bu küçük analizin ardından tekrar filmimize dönecek olursak…
Öncelikle, kariyerlerini tartışmanın sadece “boş gevezelik yapmak” olarak tanımlanabileceğini ifade edebileceğimiz Chevy Chase ve Richard Dreyfuss ikilisi ile onlara eşlik eden Andie MacDowell’ın bu filmde oluşturdukları görüntünün, “Grumpy Old Men” (1993) filmindeki Jack Lemmon ve Walter Matthau ikilisi ile Ann-Margret’ı anımsattığını söylemeliyiz…
Öyle ki, neredeyse her iki filmdeki mükemmel kimyanın bire bir aynı olduğunu söylemek de pekala mümkün…
Burada isim isim saymak belki çok pratik değil ama filmin insanın kulaklarının pasını silen müziklerine de değinmeden geçmemek lazım…
Müzik direktörü ve besteci Jay Weigel gerçekten de çok iyi bir işe imza atmış…
Sonuç olarak, büyük bir ilgiyle izlediğimiz insanı dinlendiren ve dinlendirirken de eğlendiren bu zarif Amerikan komedisi için puanımız 3 önerimiz ise, “tarzın meraklısıysanız kesinlikle kaçırmamalısınız” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,