“BlacKkKlansman”, yönetmen koltuğunda, senaryosunu Charlie Wachtel, David Rabinowitz ve Kevin Willmott ile birlikte emekli polis memuru Ron Stallworth’un, meslektaşları ile birlikte yürüttükleri KKK (Ku Klux Klan) soruşturmasına ilişkin anılarını anlattığı “Black Klansman” (2014) isimli kitabından uyarlayarak yazan Spike Lee’nin oturduğu biyografik bir drama…
Prömiyerini, 14 Mayıs 2018 tarihinde aday olduğu Altın Palmiye ödülü için yarıştığı ancak Jüri Özel ödülü (Grand Prix) ile yetinmek zorunda kaldığı Cannes Film Festivalinde yapan film, 10 Ağustos 2018’de vizyona girmiş…
15 milyon dolar gibi oldukça mütevazı bir bütçeyle çekilen (işin içinde Blumhouse Productions olunca başka türlüsü de olamazdı zaten) ve yaklaşık 88 milyon dolarlık bir gişe yapan filmin, 7.6/10 (56.486 oy) ve 4/5 (6.574 oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 8.3/10 (351 yorum) ve 83/100 (56 yorum) olan Rotten Tomatoes ve “Mutlaka İzlenmeli” özel etiketine de sahip olan Metacritic yorum ortalamaları oldukça etkileyici…
Gelin isterseniz gerek izleyiciden gerekse de eleştirmenlerden bu yüksek puanları almış olan filmimize, her zamanki gibi önceliği yine oyuncu kadrosuna vermek suretiyle biraz daha yakından bakalım ve bu beğeninin nedenlerini anlamaya çalışalım…
Yoruma başlamadan, usta yönetmen Spike Lee’nin, bu film ile bir kez daha sıra dışı bir işe imza atmış olduğunu baştan teslim edelim…
Ancak bunu yaparken filmin kategorisine ilişkin çok "özel" bir itirazımız olduğunu da belirtelim…
Nasıl mı?
Şöyle ki, dikkat ederseniz IMDB’sinden Rotten Tomatoes’a kadar neredeyse hemen hemen bütün mecralarda film, dram ve biyografinin yanı sıra “komedi” kategorisinde de tanımlanmış…
Şimdi, “E, ne var bunda?” diyebilirsiniz…
Eğer komediyi, Recep İvedik’ten ibaret bir tür sanmıyorsanız elbette bir şey yok…
Ama tersi söz konusuysa, yandı gülüm keten helva…
Zira filmi izler izlemez, bu arkadaşlar başlarlar hemen, “Bu nasıl komedi?” diye ver yansın etmeye ve puan olarak 0,5’leri, 1’leri, 1,5’leri yapıştırmaya…
Neyse biz tekrar dönelim filmimize…
Her şeyden önce, kapitalizmin kendi yapısal krizi sonucunda bizzat yine kendisi tarafından bütün dünyada eş zamanlı ve örgütlü bir biçimde yeniden sahneye konularak tırmandırılan "faşizm" isimli oyununun Amerika versiyonunun trajikomik bir dille anlatıldığı bu film için söylenilecek oldukça fazla şey var… Fakat biz sadece çok önemli gördüğümüz birkaç hususu sıralamakla yetineceğiz...
Bir, film aracılığı ile verilen mesaj, öyle görünüyor gibi olsa da, kesinlikle sadece Amerikalıları (ve özellikle de Afrika kökenli Amerikalıları) ilgilendirmiyor… Çünkü faşizmin, sabit bir ırkı, dini, dili ve vatanı yoktur… Onu, her kılıkta ve insanın ayak bastığı her coğrafyada görebilirsiniz…
İki, Alec Baldwin’in varlığı ile renk kattığı filmde, başta Ron Stallworth karakterini canlandıran John David Washington ile Adam Driver ikilisi olmak üzere bütün oyuncu kadrosunun oldukça rafine bir performansa imza attıklarını söylememiz lazım…
Üç, Spike Lee’nin diğer filmlerinde olduğu gibi bu filmini de yine, isimlerini ve filmografilerini burada tek tek saymamız halinde sabahlamamıza neden olacak nitelikte bir teknik kadro ile birlikte çektiğini görüyoruz…
Aslına bakarsanız filmde, dört, beş, altı vs. diyerek sıralanarak anlatılacak daha pek çok şey var… Ancak bir yerde, yoruma da noktayı koymamız gerekiyor…
Sonuç olarak, sadece iyi vakit geçirtmekle kalmayıp insanlığın vardığı üzüntü verici son aşamayı bir kez daha sorgulamamıza da vesile olan bu harika film için puanımız 4 önerimiz ise, “mutlaka izlenmeli” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 26 Kasım 2018 günü saat 00.35’de yazılarak paylaşılmıştır...