Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Habertürk
Yazar: Mehmet Açar
‘Karanlıkta Karşı Karşıya’ ile cesur bir işe imza atan Spike Lee’nin yönetmenliğini, anlatımını baştan sona çok sevdiğimi söyleyebilirim… Bu film onun ustalık dönemi eserlerinden biri… Spike Lee, sade anlatımı sevmez ama gösterişten hoşlandığı da söylenemez. 1960’lı ve 1970’li yılların politik Amerikan sinemasının özgür ruhu vardır filmlerinde… Sinemasının Scorsese’yle ‘yakın akraba’ olduğunu düşünürüm hep. Her filminde çok iyi tasarlanmış biçim oyunları vardır mesela. Bu filmde en çok ilk bölümde, Kara Panterler toplantısındaki çekimlerini ve kurgusunu sevdim. Sahne, Kwame Ture’nin (Corey Hawkins) konuşmasının dinleyiciler üzerindeki derin ve dönüştürücü etkisini, karanlığın içinde belirip kayb olan yakın planlarla harika bir şekilde anlatıyor.
Eleştirinin tamamı için: Habertürk
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
Spike Lee daha çok siyahilere ve Yahudilere olan nefretin geçmişteki uzantılarında dolaşıyor; bizi de sakin, meselelere mesafeli yaklaşan ve “Sistemin içinde de ‘doğru’ insanlar bulunmalı” diyen bir karakterin peşine takıyor. Parantez kapanırken de meselenin bugününe geliyor ve ‘Trump gerçeği’yle karşı karşıya kalıyoruz. Filmde karikatür kişiliklerle karşımıza çıkan ırkçılık ve ‘Ku Klux Klan örgütü’, ne yazık ki gerçek hayatta yansımasını bulmuş durumda ve bugün itibariyle bir ‘karikatür’ ABD’ye ve elbette ki dünyaya hükmetmeye çalışıyor... Filmde dönem atmosferi ve ruhu, kılık-kıyafetleriyle çok gerçekçi bir şekilde yaratıymış. Oyunculuklar da tatminkâr; Ron Stallworth’te karşımıza çıkan Denzel Washington’ın oğlu John David Washington gayet başarılı, Zimmerman’da izlediğimiz Adam Driver zaten her daim çizgi üstü. Harry Belafonte gibi ulu bir çınarı ‘ustalara saygı’ kabilinden izlemek de keyif vericiydi. Griffith’in ‘Bir Ulusun Doğuşu’nun nasıl bir anlama geldiğini didikleyen bölüm ise sanırım filmin en iyi yanıydı. Sonuç olarak ‘anaakım sinema’ içinde mesajını bağırıp çağırmadan, hafif perdeden veren, izlenmesi keyifli bu filmi kaçırmayın derim...
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Bu karmaşık film biraz ıskaladığı gerçeklik duygusuna belki finaliyle erişiyor: çağdaş Amerika’da hala süregelen ve de giderek artan ırkçılık belasına, ülkede yakın dönemde yaşanan önemli olaylardan verdiği iyi seçilmiş belgesel kesitler sayesinde. Arada en kaba haliyle gösterilen Donald Trump’ın da yer aldığı bu bölümler, filme kaçırır gibi olduğu gücü veriyor. Ve en azından bu konularla ilgilenenler için görülmesi gerekli konumuna getiriyor.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Habertürk
‘Karanlıkta Karşı Karşıya’ ile cesur bir işe imza atan Spike Lee’nin yönetmenliğini, anlatımını baştan sona çok sevdiğimi söyleyebilirim… Bu film onun ustalık dönemi eserlerinden biri… Spike Lee, sade anlatımı sevmez ama gösterişten hoşlandığı da söylenemez. 1960’lı ve 1970’li yılların politik Amerikan sinemasının özgür ruhu vardır filmlerinde… Sinemasının Scorsese’yle ‘yakın akraba’ olduğunu düşünürüm hep. Her filminde çok iyi tasarlanmış biçim oyunları vardır mesela. Bu filmde en çok ilk bölümde, Kara Panterler toplantısındaki çekimlerini ve kurgusunu sevdim. Sahne, Kwame Ture’nin (Corey Hawkins) konuşmasının dinleyiciler üzerindeki derin ve dönüştürücü etkisini, karanlığın içinde belirip kayb olan yakın planlarla harika bir şekilde anlatıyor.
Hurriyet
Spike Lee daha çok siyahilere ve Yahudilere olan nefretin geçmişteki uzantılarında dolaşıyor; bizi de sakin, meselelere mesafeli yaklaşan ve “Sistemin içinde de ‘doğru’ insanlar bulunmalı” diyen bir karakterin peşine takıyor. Parantez kapanırken de meselenin bugününe geliyor ve ‘Trump gerçeği’yle karşı karşıya kalıyoruz. Filmde karikatür kişiliklerle karşımıza çıkan ırkçılık ve ‘Ku Klux Klan örgütü’, ne yazık ki gerçek hayatta yansımasını bulmuş durumda ve bugün itibariyle bir ‘karikatür’ ABD’ye ve elbette ki dünyaya hükmetmeye çalışıyor... Filmde dönem atmosferi ve ruhu, kılık-kıyafetleriyle çok gerçekçi bir şekilde yaratıymış. Oyunculuklar da tatminkâr; Ron Stallworth’te karşımıza çıkan Denzel Washington’ın oğlu John David Washington gayet başarılı, Zimmerman’da izlediğimiz Adam Driver zaten her daim çizgi üstü. Harry Belafonte gibi ulu bir çınarı ‘ustalara saygı’ kabilinden izlemek de keyif vericiydi. Griffith’in ‘Bir Ulusun Doğuşu’nun nasıl bir anlama geldiğini didikleyen bölüm ise sanırım filmin en iyi yanıydı. Sonuç olarak ‘anaakım sinema’ içinde mesajını bağırıp çağırmadan, hafif perdeden veren, izlenmesi keyifli bu filmi kaçırmayın derim...
T24
Bu karmaşık film biraz ıskaladığı gerçeklik duygusuna belki finaliyle erişiyor: çağdaş Amerika’da hala süregelen ve de giderek artan ırkçılık belasına, ülkede yakın dönemde yaşanan önemli olaylardan verdiği iyi seçilmiş belgesel kesitler sayesinde. Arada en kaba haliyle gösterilen Donald Trump’ın da yer aldığı bu bölümler, filme kaçırır gibi olduğu gücü veriyor. Ve en azından bu konularla ilgilenenler için görülmesi gerekli konumuna getiriyor.