Efsaneyi nasıl bilirsiniz?
Yazar: Duygu KocabaylıoğluÜlkemizde 1 yılda ortalama 350-400 yeni filmin vizyona girdiğini düşünürsek, belgesel türünün yıllık vizyon takvimindeki ağırlığı maalesef iki elin parmaklarını pek geçmiyor. Öte yandan ülke festivallerinde gösterim şansı bulan belgesel yapımlar için de durum pek iç açıcı değil. Herhangi bir festival ‘bölüm tasarrufuna’ gideceği zaman ya belgesel ya da kısa film seçkisi okkanın altına gidiyor. Belgesel türünü, belgeselciliği ve sorunlarını çok katmanlı konuşmak başka bir uzmanlık alanı ve bu yazının sınırlarının çok dışında ama Ekim ayının kalabalık vizyonunda kendisine 45 kopya ile son haftada şans bulan Çirkin Kral Efsanesi, hem bütün bu sıkıntılar yüzünden, hem de merkezine aldığı Yılmaz Güney adına ilgiyi hak ediyor…
2012’de Güzelliğin On Par' Etmez kurmaca filmiyle Altın Portakal’a uzanan (o zamanlar Altın Portakal vardı… ), Almanya doğumlu yönetmen ve senarist Hüseyin Tabak imzasını taşıyor Çirkin Kral Efsanesi filmi. 2017 Toronto Film Festivali’ndeki dünya prömiyerinin ardından, 37. İstanbul Film Festivali’nde ve akabinde 29. Ankara Film Festivali’nde gösterilen yapımda, Hüseyin Tabak ‘Yılmaz Güney efsanesini’ olabilecek tüm katmanlarıyla ele almaya gayret gösteriyor. Güney’in hem oyunculuk/sinema kariyerine, hem politik duruşuna hem de özel hayatına pencereler açan senaryo yapısı, Yılmaz Güney’in kariyerinin en parlak noktası ile başlıyor: 1982 Cannes Film Festivali Altın Palmiye Ödül Töreni…
O yıl En İyi Film (Altın Palmiye) ödülünü Missing (Kayıp) filmiyle paylaştığı Yunan sinemacı Costa Gavras’tan, bir dönem Fransa’da sürgün hayatı yaşamış olan Arjantinli müzisyen Miguel Ángel Estrella’ya kadar geniş bir çerçevede öncelikle yabancı entelektüeller üzerinden dinliyoruz Yılmaz Güney’i. Ki bu entelektüel yelpazede Michael Haneke dahi var! Tabak kendi not defterini de seyirciye açarak, Güney’i tanımak/anlamak ve anlatmak için belli bir izlekten gittiğine bizi ikna etmeye çalışıyor; ama kurguda, Türkiye dışındaki dünyanın Güney algısını, filminin en başına yerleştirmesindeki neden kendisini belli ediyor… “Beğenmediğiniz Yılmaz Güney’i dünya işte böyle anımsıyor” önermesinden sonra, kronolojik olarak geriye gidiyor film.
Önce Güney sinemasının ilk dönemini, ardından İstanbul’daki eğitim hayatıyla girdiği entelektüel çevreyi, çalkantılı özel hayatını, hapishane günlerini ve o günlerin sinemasındaki etkisini, annesine, ailesine hasret kalışlarını, Fransa’daki sürgün yıllarını farklı epizodlara bölerek bir yandan da samimiyetle anlatmayı tercih ediyor Hüseyin Tabak. Hem devrimci Yılmaz Güney’i, hem özel hayatındaki -günahıyla sevabıyla- ‘insan Yılmaz Güney’i, yaptığı kapsamlı röportajlardan tanımamıza fırsat veriyor. Pek çok arşiv kaydıyla, kamera arkası görüntülerle de desteklenen bu anlatımda Tuncel Kurtiz, Tarık Akan isimlerini görünce - ve onların sanat yolculuğunda Güney’in etkisini dinleyince- insan duygulanmıyor değil. Bu noktada Tabak’ın bu belgesel araştırmasının 7 yıl gibi oldukça uzun bir süreye yayıldığını ekleyelim. Bu anlamda belgeselin aceleye getirilmeden hakkını vermeye çalışıyor Tabak’ın rejisi.
Uzun lafın kısası, Yılmaz Güney’i çok boyutlu olarak yeniden keşfetmek için doğru bir fırsat Hüseyin Tabak imzalı Çirkin Kral Efsanesi. Objektif olduğu kadar Tabak’ın kendi sinemasal yolculuğuna subjektif bakış açıları da barındıran bir yapım…
Dipnot: Filmde röportaj yapılan Yeşilçam duayenlerinden Duygu Sağıroğlu ve Yılmaz Atadeniz efsanelerinden de daha dinlenecek, öğrenilecek çok şey olduğunu buraya bir not düşelim; henüz geç değilken sinemamızın bu isimlerine de gereken değer verilir umarız ki.
twitter.com/duygukocabayli