Şakacı!
Biraz güleyim diye gidilecek bir film olduğu söylenemez. Tabi gülmek ile ağlamayı birbirine karıştırmıyorsanız!
Joker, karanlık, gergin ve oldukça etkileyici bir atmosfere sahip olan, kendim de dahil tüm izleyenlere huzursuz bir tecrübe yaşatan (amacı zaten buydu) bir film. Tabi eğer benim gibi bu histen hoşlanan bir gerilim manyağıysanız üst seviye bir tatmin duygusu ile sinemadan ayrılırsınız.
Aslına bu eleştiriyi kesinlike filmi izlemiş olan okurlar için yazmak istedim çünkü filmdeki ‘’muhteşem’’ detaylardan bahsetmeden bu yapımı nasıl eleştireceğim bilemiyorum. Yani millet, ‘’oyunculuk iyiydi, çekimler şahaneydi’’ vs vs gibi detaysız bir özet okumak istiyorsanız filmin fragmanını izlemeniz yeterli. Şimdi ‘’Spoiler’’ konuşmasına geçiyoruz
Arthur (a.k.a Joker) komedyen olma hayali olan, fakat asıl mesleği etkinliklerde yada hastahanelerde çocukları eğlendirmek olan bir palyaço. Annesi ile yanlış yaşıyor. Gerçek dostu yok ve yapayalnız. Arthur duygusal karmaşalar ve gerginlikler yaşadığında ortaya çıkan ve kendi iradesi ile durduramadığı patolojik bir gülme hastalığına sahip. Bu nedenle her hangi bir sorun yaşadığı zaman sorunu çözmekte zorlanmıyormuş gibi, durduramadığı hatta zaman zaman acı veren gülüşü nedeniyle her ortamda tam anlamıyla dışlanıyor.
Komedyen olma hayali olan Arthur her gün komedi showları sergilenen barlara gidiyor ve Showmen’ leri izleyerek not defterine espiriler yazıyor. Bunu yapmak zorunda çünkü tamamen benzersiz fikirlere sahip ve herkesten farklı düşünüyor.Herkesin deli gibi güldüğü espirilerde etrafa bön bön bakarken beklenmedik bir anda kahkahalara gömülüyor. Bu nedenle tüm insanlara neyin komik gelip neyin gelmediği ile ilgili hiç bir fikri olmayan Arthur insanları güldürebilecek şakaları not alıyor.
‘’Cinsel şakalar komiktir!’’ gibi.
Arthur’un barda ilk sahne aldığı fakat komik hiç bir espiri yapamadığı ve çuvallayışına insanların deli gibi güldüğü sahne belki sizi çok etkilemedi fakat aslında çok anlamlıydı. Biraz eskiye gidelim. 1810 da P.Taylor isimli bir adam kendi reklamlarını yapabilmek için gazete firması kurmuş. Para kazanmak için yapmaya karar verdiği showların reklamlarını. Bir köleyi para karşılığı sergileyerek ‘’işte bu benim 150 yaşında ve hala hayatta olan dedem’’ diye insanlara sunmak, Bir maymun iskeletini bir köpek balığı kuyruğuna bağlayarak deniz kızı iskeleti buldum diye para karşılığı bunu sergilemek gibi şeyler yapmış. İnsanlar dışladıkları ve sorunlu olarak gördükleri hasta veya sakat tipleri görmek için tonlarca para vermeye başlamışlar ve bu olaya ‘’Freak Show’’ denmiş.
İşte Arthur o sahnede adeta bir ‘’Freak’’ durumuna düşüyor. Kendini komik sanıyorken aslında sadece dalga konusu oluyor.
Arthur’un deliliğe giden yolculuğu kişisel yaşamının zorluklarından besleniyor.Ancak içindeki kötülüğü açığa çıkaran şey içinde yaşıyor olduğu bozuk sistemin ta kendisi oluyor.Devlet tarafından karşılanan psikoloğu kapanınca İlaçlarını alamadığı için tedavi olamıyor ve Yaşadığı şehirde onun gibi sorunları olan binlerce insan var. Herşeyin başı kaderin bir oyunu oluyor adeta. Athur’un eline bir silah geçiyor(hatırlasanız iş arkadaşı, Arthur dayak yedikten hemen sonra kendisini koruyabilsin diye ona vermişti) ve silahını onu hor gören herkese doğrultmaya başlıyor. Kontrolden çıkan deliliği onu sonunda bir katile dönüştürüyor. Hem de ne katil.Arthur silahını ilk Bir iş çıkışı metroda giderken ona sataşan gençlere doğrultuyor ve tam 3 genç oğlanı öldürüyor.Belkide o anda Arthur o cinayeti işlemeseydi başkası işleyecekti. Ancak Arthur işliyor ve şok ediciydi. Diğer tüm ölüm sahneleri gibi. Joker filminde tüm ölüm kalım meseleleri çok beklenmedikti ve bu benim en hoşuma giden detaylardandı. İşlediği o cinayet sayesinde kendini inanılmaz güçlü hissediyor.Artık ipleri eline almıştı ve kimse onu durduramazdı. Tuvaletteki epic dans sahnesi de bunu seyirciye kusuruz biçimde yansıttı.
Filmin gergin enerjisi zaten daha Arthur’un filmin ilk sahnesinde iş için palyaço makyajını yaparken bir yandan da gülerek ağlaması ile tüm vücudumuzu sarmıştı. Silahı ele geçirdiği andan itibaren sürekli olarak kendini öldürmeye çalışması ,ölümünün yaşamından daha anlamlı olduğunu söylemesi… Tüm bunlar karanlık atmosferi arttırırken izleyenlere gelen ilk en şiddetli darbe metroda o gençleri beklenmedik bir şekilde öldürmesi olmuştu.fakat O anda beni bu kadar geren şey birinin öldürülmesi değil o anda buna seviniyor oluşum olmuştu. Kendi kendinize diyorsunuz ki ‘’alın işte, pislikleri! geberin!…bir dakika az önce biri öldürüldü ve ben zevk mi aldım?
Tüyler diken diken!
Aslında o andan Arthur ile kurduğunuz empatinin doruğunu yaşıyorsunuz. Film boyunca sürecek bir empati. Resmen film ilerledikçe Arthur ile delirmeye başlıyorsunuz.
Tüm bu sahneler boyunca Arthur’un kişiliğini derinden tanımış oluyoruz. Senaryo filmin başından sonuna tek kelimeyle mükemmel. Çekimler, renkler, müzikler ve tüm bunları taçlandıran oyunculuk.
Bu filmde Joaquin Phoenix’in oynayacağını duyduğumda zaten ‘’Bu film ortalığı kasıp kavuracak’’ demiştim. Çünkü Phoenix’in öyle profosyonel bir anlayışı vardır ki (kendi ağzından duyduğumuz üzere) asla senaryosundan emin olmadığı bir projede yer almaz.
Arthur’un metroda işlediği cinayet üzerine şehirde isyan çıkıyor . Tüm olaylardan cesaret alıyor, deliliği onu daha korkunç şeylere itiyor ve cinayetler çorap söküğü gibi geliyor. Ancak Arthur sökülüp elinde kalan tüm ipliklerle kendi çorabını dikmeye başlıyor.
Annesinin yalanlarını öğrendiğinde annesini öldürmeye karar veriyor. Annesi ile Arthur Fleck ile ölüyor ve ‘’Joker’’ doğuyor. Özgüvenli, cesur, spontane yaşayan bir kral.
Ertesi gün Arthur’un yas tuttuğunu düşünen iş arkadaşları evine ziyarete geliyor. İş sırasında hep Arthur ile dalga geçmiş olan bi adam ve diğerleri tarafından hep ezilen bir cüce. Ziyaret o ziyaret. Arthur onu huzursuz eden adamı öldürüyor ve cüceye kaçabileceğini söylüyor. İşte ‘’of be!’’ dedirten bir diğer sahnede tam olarak o andı. Cüce kapıya koşuyor fakat kapı kilitli ve kilite uzanamıyor. Arthur’dan yardım istemek zorunda kalıyor. Arthur on an çok güçlü hissediyor. artık kimseye mahkum değilmiş, herkesi o yönetiyormuş gibi. Cüceyi öpüp yolcu ediyor ‘’sen bana hep iyi davranmıştın’’
Arthur ilerleyen sahnelerde deli gibi izlediği Tv show’dan aranıyor. Sahne performansının beğenildiği ve röportaj yapmak istendiği söyleniyor. Fakat Arthur gerçeğin onunla dalga geçmek istiyor olduğunu biliyor ve o gün yapacaklarını planlamaya başlıyor. Etkileyici bir giriş, içten bir konuşma, ve canlı yayında intihar.
Şok oluyorsunuz! ‘’Ne! kendini mi öldürecek yani!’’ diyorsunuz
Show a çıkıyor. Kırmızı takımı ve palyaço makyajı. ‘’Beni Joker olarak tanıtır mısınız?’’ diyor sahneye çıkarken. İşte bu be! oldum zaten o anda.
Koltuğuna oturuyor espiriler yapıyor fakat kimse gülmüyor. Bunun üzerine Arthur saldırgan bir biçimde bağırınmaya başlıyor ve ortam gerginliğinin top noktasına ulaşıyor.
Show da geçen tüm sohbet üzerine Arthur yaşamındaki anlamı buluyor ve kendini öldürmek yerine Showmen i öldürüyor ve Bam! O sahne o kadar gerçekçi olmuştu ki tüylerim diken diken oldu izlerken.
Arthur Bu isyankar tavırlarıyla protestan gençler için adeta bir Tanrıya dönüşüyor. Arthur için tüm bunlar sadece bir oyunmuşçasına basit ve anlamsız. Kendi küçük dünyasında çok mutlu hissetmeye başlıyor. Evet kendi küçük ‘’sevgilisi’’ ile yaşadığı hayali dünyası. Her şey sarpa sardığında sevgilisinin evine gidiyor ve kızın tepkisi sizi adeta donduruyor.
‘’hey! bu saatte burada ne arıyorsunuz? Siz komşum Arthur’sunuz değil mi?’’
BOOM! Şok oluyorsunuz. Sevgilisi ile yaşadığı her anı tamamen kendi hayalinde kurmuş olduğunu kendi bile o anda farkediyor. Oturduğu koltuktan kalkıp kadına doğru yürüdükten sonra diğer sahnede daireden çıktığını görüyoruz. Kadını öldürdü mü? öldürmedi mi? içeride ne yaşandığı hayal gücümüzün sınırları arasında şekilleniyor.
Son olarak bahsetmek istediğim sahne deliler hastanesi. Filmin son sahnesi. Arthur hastaneye yatırılmış ve bir odada kadın bir psikolog ile konuşuyor. psikoloğu ile konuşmasının sıradında sebepsizce kahkaha atmaya başlıyor. Psikolog ‘’komik olan nedir?’’ diye sorduğunda ‘’aklıma bir şaka geldi,ama anlatsam anlamazsın’’ diye cevap veriyor. O sahne hepimizi Batman:the killing joke’a götürmüştür. killing joke ’da Joker espirilerini anlayacak tek kişinin Batman olduğunu düşünüyor ve espiriyi ona yaptığında ikiside kahkaha atıyorlar.sonra odadan çıkıyor ve beyaz bir koridorda attığı adımların arkasından onu takip eden kandan ayak izlerini görüyoruz. İçerideki kadını öldürmüş olduğunu düşünebiliriz. Bir deliler hastanesinde olmasına rağmen esaret altında değilmiş gibi yaşıyor olduğunu görüyoruz Arthur’un. Zaten sanırım esaret ve Joker aynı cümle içinde olsa sadece ‘’Joker polisleri esir aldı’’ denebilir.
O bembeyaz koridor ve kandan ayak izleri, Arthur’un zihniyetinin ne kadar saf olduğunu ve tüm bunları çok huzur verici ve normal karşılıyor olduğunu fakat bunların ‘’altında’’ yatan gerçeğin ne kadar karanlık olduğunu hissettirdi bana ve çok etkileyiciydi!
Sonuç olarak bir özet geçeyim istiyorum.
Kusursuz bir senaryo, muhteşem müzikler,özgün soundtrack, etkileyici çekimler, renkler ve tüm bunları üst seviyeye taşıyan Joaquin Phoenix! Adeta bir yıldız gibi parlamış ve kariyerinin en başarılı filmlerinden birini çekmiş. Tüm duygular en top noktada empoze ediliyor seyirciye. Huzursuz ve karanlık enerjisi tüyleri diken diken ediyor (iyi yönde). Bence film baştan sona hedefine ulaşmış bir yapım ve en önemlisi ‘’Joker’’ karakterine yeni bir soluk getirmiş
-Deniz S.