Şiddete meyyal, her zaman dertten mi?
Yazar: Oktay Ege KozakBatman mitolojisi küresel popüler kültürün artık o kadar entegral bir parçası ki, karakter ve içerdiği dünya her türlü hikaye anlatım tonuna ve hatta türe oturtulabiliyor. Bir yanda Christopher Nolan’ın olabildiğince gerçekçi Kara Şövalye üçlemesi varken, diğer yanda 1960’lı yılların Batman’i camp türüne otururken, Lego Batman Filmi gibi animasyon örnekler kendini tiye alırken, aynı zamanda bu mitoloji hakkında yeni bir şeyler sunmayı da başarıyor. Batman ying’inin yang’ı süper kötü adam Joker ise aynı konumda, ki hayranlar arasında soru Joker’i sevip sevmemeleri değil, hangi Joker’in favori versiyonları olduğu hakkında tartışmalar geçer. Bir yandan Jack Nicholson veya Heath Ledger argümanı geçerken, Batman’ın animasyonunu sevenler Mark Hamill’in ses performansının en kalite Joker olduğunu öne atar. Jared Leto’nun Joker’inin bile hayranları vardır kesin, henüz kişisel olarak bir tane bile görmemiş olmama rağmen.
Bir popüler kültür süper kötü adamı olarak Joker’in özellikle Batman’a kıyasla albenisi karakterin tamamen motivasyonsuz ve anarşik olması, ve bu anarşiden aldığı zevkin seyircide yarattığı katartik hislere bağlı kanımca. Eğer Batman kontrol ve düzeni temsil ediyorsa, Joker metafiziksel bir tepki olarak dizginsiz kaosu sunuyor ona. Karakterin bu kadar basit ve natürel bir biçimde insan doğasının yokedici tarafını, bir bakıma insan ruhunun id’ini temsil etmesi yüzünden hep orijin hikayesi verilmemiş Joker’leri tercih etmişimdir. Geçmişi ile beraber bir isim bile verilmemiş Heath Ledger Joker’i hala favorimdir.
İşte bu yüzden geçen sene Joker’e odaklanan bir orijin hikayesi çekileceğini duyduğumda pek ilgilenmemiştim. Joker ve Michael Myers gibi motivasyonsuz şiddet ve kaos sunan karakterlerin geçmişleri hakkında ne kadar açıklama olursa, etkilerinin o kadar söneceğini düşünüyorum. Fakat eğer bu orijin hikayesi karakterin özünü muazzam bir biçimde yakalarken, hikaye 1970’li yıllarda geçmesine rağmen, günümüz sosyopolitik şiddetine düz ve dürüst bir biçimde yaklaşırken, hem de Martin Scorsese’nin marjinalize olmuş istikrarsız ve akli bakımdan dengesiz erkekler hakkındaki iki şaheseri Taxi Driver ve The King of Comedy’sini hürmetkar bir biçimde 21.yy’a taşıyorsa, en azından heyecanlı bir övgüyü hak ediyor.
Zenginlerin her geçen gün daha da zenginleştiği, fakirlerin de fakirleştiği gelir dengesizliği yüzünden suç ve depresyon dolu Gotham’ın ortasında bir komedi yıldızı olmayı hayal eden profesyonel palyaço Arthur Fleck (Joaquin Phoenix), herkesin ona insan paspası gibi davranmasından yakınmanın yanınd,a gülüşünü kontrol edememesi gibi ciddi akli ve nörolojik hastalıklarla uğraşmaktadır. Yaşlı annesine (Frances Conroy) bakmanın dışında varoluşunun bir mantığı olmayan Arthur’un stresi ve depresyonu başa çıkılamaz bir duruma geldiğinde, dünyaya olan kızgınlığını üç yuppie Wall Street brokerını öldürerek geçirir.
Bu ani şiddetten aldığı haz Arthur’a yeni bir yaşam isteği aşılarken, zengin kısımdan nefret eden halk, bu cinayetleri bir devrim hareketi olarak görür ve Gotham sosyetesinin geride bırakılmış yalnız (Bir daha izlediğimde daha dikkatlı bakacağım ama gördüğüm kadarıyla hepsi erkek) vatandaşları, palyaço maskeleri takarak Arthur’u taklid etmeye başlar. Bu arada Arthur’un başarısız bir stand-up seti ile dalga geçen talk şov sunucusu Murray Franklin, Arthur’u şovuna davet eder. Bu şova çıkmak Arthur’un hayalidir, fakat şakanın bir parçası değil de şakanın kendisi olarak davet edilmesi, zaten kontrolden çıkmış olan sinirini patlatmaya hazırdır. Bu arada Murray Franklin’i Robert De Niro’nun canlandırması, yani The King of Comedy’deki ünlü kişilik-akli dengesi bozuk hayran dinamiğinin bu sefer diğer tarafında olması da, hınzır olduğu kadar gayet yerinde bir seçim.
Bir eleştirmen olarak benim görevim elde bulunan sanatı sanat olarak incelemek ve işte bu yüzden Joker’in zaten tetikte olan sosyopolitik sinirleri şiddete çeken bir protagonisti incelediği için ‘tehlikeli bir film’ olduğu gibi ahlaki yorumlardan kaçınacağım. Taxi Driver, Scarface, Natural Born Killers, A Clockwork Orange gibi şiddeti bu denli etkileyici bir teknik ve anlatım başarısı ile inceleyen filmler, eleştirdiği davranışı benimseyen kişilikler tarafından yozlaştırılır hep ve bu konuda bu işleri yaratan sinemacıların yapabileceği pek bir şey yok.
Komedi dünyasından gelmesi yüzünden bu denli karanlık bir dramayı bu denli kendine güvenle elden geçirdiği için övgüyü hak eden yönetmen Todd Philips, her ne kadar Arthur’un zevk aldığı şiddeti olabildiğince direkt ve mide bulandıran bir gerçeklikle elden geçirse ve günün sonunda bu karakterin aslında yarattığı sosyopolitik devrimin içinde ne kadar narsisist olduğunu gösterse de, eminim ki seyircinin bir kısmı Joker’in bu versiyonuna bir devrim ikonu olarak bakacaktır. Özellikle ABD’de Arthur gibi marjinalize olmuş erkeklerin, haftada bir eline otomatik silahı alıp bir sürü insanı öldürdüğü günümüzde, bu film hakkında bir sürü ‘ağır yazı’nın ortaya çıkacağını tahmin ediyorum.
Fakat en basitinden bakarsak aslında Philips ve Phoenix’in sunduğu iş, bu ikonik karakterin muazzam bir orjinallikle orijin hikayesini sunmak. Bu bakımdan Phoenix’in içten gelen stresi, dışa doğru yavaş yavaş büyüyen bir bombaya dönüştürdüğü Oscar’lık performansı çok önemli ve Robert DeNiro’nun Taxi Driver performansı ile karşılaştırılmayı hak ediyor.
Görsel bakımdan 70’li yılların depresif ve gri Hollywood sinemasını yakalayan Joker, bazı anlatım problemlerine sahip tabii ki, bu yüzden hakkında bir şaheser demek zor. Zazie Beetz’in canlandırdığı Arthur’un komşusu ve Arthur arasında oluşan ilişki, hem aceleyle elden geçirilmiş, hem de bu ilişki hakkındaki sürpriz son numarası karmaşık bir biçimde bitiriliyor. Arthur’un zihinsel çöküşü bakımından bu alt-konu akışa pek bir şey katmıyor ve olmasa da olurmuş. Bir de sırf, belki devam filmi olur da; bu ekstra şiddetli ve gerçekçi dünyada Batman’i görürüz diye sıkıştırılmış bir ekstra son, sinik bir tat bırakıyor.
Toplum için ne kadar ‘tehlikeli’ olduğu söylensin veya söylenmesin, Joker en azından Hollywood’un 70’ler altın yıllarına göndermede bulunan, çizgi roman süper kahraman / süper kötü adam mitolojisine dramatik bir yeni ses veren, gayet tatmin edici bir yapım.