Yalnız ve yaralı bir kadın
Yazar: Ali ErcivanSevdiğin insan, bir kapıdan son kez geçip gider, onu bir daha göremeyeceğini, sonsuza dek kaybettiğini hissedersin ama elinden hiçbir şey gelmez, geriye sadece çaresizliğinin bıraktığı öfke kalır. O acının ve yarattığı tahribatın filmi Destroyer.
Girlfight ile başladığı yönetmenlik kariyerinde Aeon Flux: Gelecek Flux’ta filminden Kana Susadım’a (Jennifer’s Body) çok farklı denemeler bulunan Karyn Kusama, Amerikan sinemasının son döneminde karşımıza çıkan en eklektik filmografiye sahip belki... İlgi çekici bir öykü anlatıcısı kendisi. Son filmi Destroyer için, geçmişin gölgeleri tarafından rahat bırakılmayan bir kadın polisin yıkım öyküsü denebilir. Nicole Kidman’ın ağır bir makyaj ve adanmışlıkla hayat verdiği bu polis, Erin, uzun seneler önce gizli bir görev almış. Başka bir polisle birlikte bir çetenin içine sızmış, güvenlerini kazanmışlar. Fakat anlıyoruz ki her şey büyük bir trajediyle sonuçlanmış. Erin’in hayatında suçluluk duygusu, intikam arzusu ve bu karanlık hislerden kurtulmadan nasıl yaklaşacağını bilemediği bir kız çocuğundan başka şey kalmamış. Yalnız ve yaralı bir kadına dönüşmüş.
Seneler önce sızdığı çetenin lideri Silas, hala dışarlarda bir yerlerde. Ona ulaşmak, onunla hesaplaşmak tek arzusu. Dolayısıyla filmin de ana izleği. Silas’a giden yolda, tek tek eski dost ve düşmanlarla karşılaşıyor yeniden. Bu açıdan neredeyse epizodik bir yapısı var yani filmin. Kahramanın yolculuğu, geriye dönüşlerle paralelleniyor. Erin’i bu hale getiren olayları yeri geldikçe öğreniyoruz. Fakat tematik bir izlek bulmak zor bu yolculukta, daha ziyade alışık olduğumuz polisiye şablonu takip ediyor.
Karanlık, sert bir film Destroyer. Ana karakterine karşı acımasız. Erin, intikam alabilirse acısının dineceğine inanıyor belli ki... Amacına ulaşmak için yapmayacağı şey, vermeyeceği taviz, düşmeyeceği dip yok. Böyle bir karakteri takip etmek, her seyirciye kolay gelmeyecektir muhakkak. Şahsen bir Amerikan filminin cesaret sınırlarında dolaşabilmesini değerli buluyorum. Sınırlarında diyorum çünkü vaat ettiği cesaretin altını yine de dolduramıyor senaryo ve reji. Bir çıkışsızlık hissi yaratması gereken final numarası bile sadece şaşırtıcı olsun diye yerleştirilmiş bir oyuncak hissi veriyor. Kidman’ı bazen gençleştirmek bazen de yaşlandırmak için kullanılan makyajdaki CGI müdahaleleri de etkiyi çok bozuyor ne yazık ki...
Yine de usta aktrisin böyle alışılmadık bir rolün içinde kaybolmasını izlemek bile filmi taşımaya yeter bir duygu olabilir. Theodore Shapiro’nun müziklerinin de bu duyguda katkısı büyük. Yönetmen Karyn Kusama ise kariyerinin herhalde en yüksek profilli projesinde, kimi yabancılaştırıcı kurgu tercihlerine rağmen, bildiğimiz sınırların ötesine nadiren çıkan bir suç filmine imza atıyor.
Sevdiği adamın bir kapıdan geçip bir daha dönmeyişini izleyen bir kadın; annesinin bir başka kapıdan çıkıp bilinmeyen akıbetine gidişini izleyen bir genç kız... Bu kayıplar ve acılarla başa çıkamayan insanların öyküsü Destroyer. Belki en çok şu noktada çöküyor: Erin geçmiş için hep kendini suçluyor ama biz onun kendisini suçlayacağı bir durum yaşandığına ikna olmuyoruz. Filmin en büyük zaafı bu galiba.
Twitter: aliercivan