“Disappearance”, senaryosunu Farnoosh Samadi ile birlikte yazan Ali Asgari’nin yönetmen koltuğunda oturduğu (tek başına çektiği) ilk uzun metrajlı (debut) sinema filmi…
Dünya prömiyeri, 8 Eylül 2017’de Venedik Film Festivalinin Orizzonti bölümünde yapılan film, 10 Eylül 2017’de de Toronto Uluslararası Film Festivalinin ödül için yarıştığı Discovery bölümünde görücüye çıkmış…
Daha sonra 8 Nisan 2018’de İstanbul Film Festivali vesilesiyle İstanbullu sinemaseverler ile de buluşan filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puan ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde, bu filmi; her zamanki gibi önceliği yine oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bütün dünyanın gözüne soktuğu bu basit ama bir o kadar da harika film için öncelikle, mevcut düzenin dışına düşmeden, bu düzene sağlam bir eleştiri getirme becerisini göstermeyi bilen ve filmini, “Bu filmde, yarı – geleneksel bir toplumda, kendi kimliğini keşfetmeye çalışan genç bir kuşağın resmini göstermeye çalışacağım” diyerek filmini özetleyen Ali Asgari’yi kutlamak lazım…
Ancak, İran’dakine benzer bir “geleneksel – ataerkil” kültürel kodla yetişen ve bu bağlamda devletin ahlak zabıtası rolünü üstlenmesini de yadırgamayacak olan birinin filmin kahramanı iki gencin başına gelenleri bırakın eleştirmeyi anlamasının dahi pek mümkün olmadığı gerçeğini kabul etmek koşuluyla…
Zira ne yazık ki, bu kodlara sıkışmış (aslında farkında dahi olmadan hapsolmuş) insanlara göre, Alejandro Jodorowsky’nin “Kafeste doğan kuşlar, uçmayı hastalık sanırlar” şeklinde ifade ettiği gibi, filmde yaşananların hepsi de son derece normaldir…
Bu ufak sosyolojik tespit sonrasında tekrar filmimize dönecek olursak…
Panik halindeki Sara (Sadaf Asgari) ve Hamed (Amirreza Ranjbaran) isimli iki gencin, gecenin bir yarısı başlayıp sabaha kadar süren Tahran sokaklarındaki koşuşturmasını anlatan filmin bütçesine ilişkin elimizde somut bir bilgi olmadığı gibi filmin oyuncularına ilişkin de çok fazla bilgi yok…
Fakat elbette ki bu durum, Sara’nın gözlerindeki korku ve endişeyi görmemize mani de değil…
Hele de, filmin bütün hikâyesi, kâh bir otomobilin içindeki kâh hastane koridorlarındaki gerilimli bir bekleyiş atmosferi içinde yaşanıyorsa…
Filmin teknik ekibine gelince…
Maalesef bu konuya ilişkin olarak da elimizdeki bilgiler yeterince doyurucu değil…
Bildiğimiz tek şey, ekibin patronu olan Tahran doğumlu Ali Asgari’nin sinema eğitimini İtalya’da aldığı ve şu ana kadarda 2016 Adana Film Festivali dâhil pek çok uluslararası festivalden 56 ödül kazandığı şeklinde…
Sonuç olarak, son derece kısıtlı bir bütçe ile çekildiği her halinden belli olan ve halen anlamamış olana “din devleti bürokrasisi” ile laik devlet anlayışı arasındaki ince çizgiyi çok güzel gösteren bu film için puanımız 3,5 önerimiz ise “mutlaka izlenmeli” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 15 Aralık 2018 günü saat 00.20’de yazılarak paylaşılmıştır...