Senaryosu, David Desola ve Pedro Rivero tarafından yazılan “El hoyo / The Platform”, yönetmen koltuğunda oturan Galder Gaztelu-Urrutia’nın ilk uzun metrajlı sinema filmi…
Dünya prömiyeri, 6 Eylül 2019’da Toronto Uluslararsı Film Festivalinde (TIFF) yapılan bu filmi, ayrıntılı bir incelemeye başlamadan önce kısaca, gırtlağına kadar ödüle boğulan G. Kore’li “Gisaengchung / Parasite”in (2019) 20 Mart 2020 tarihinde Netflix tarafından gösterime sunulan İspanyol versiyonu olarak tanımlayabiliriz…
Ziya aynı “yoksullar”, her nedense yine yoksulluklarının kaynağını bularak ortadan kaldırmayı akıl etmek yerine, önce bir diğer yoksulun hakkını, ardından da canlı canlı birbirlerinin yiyerek tüketmekle meşgul vahşiler biçiminde sergileniyorlar…
Hani utanmasa, sözüm ona solcu takılan bu seviyesiz "k...m" liberalleri, Afrika’da açlıktan ölenleri de, gereğinden fazla tüketen açgözlü ve obur fakirlere bağlayacaklar…
Aynen içinde bulunduğumuz şu korona virüs salgını günlerinde, gelirleri ancak onlara yettiği için makarna, un, bulgur ve maya gibi karbonhidrat ağırlık ürünleri biraz daha fazla almak üzere marketleri dolduranlarla, “Makarna Covid – 19’u öldürüyor muymuş?” diyerek alay etmeye çalışan avanak lümpenler gibi…
Bütün bu sıraladıklarımızı, Nevzat Evrim Önal, soLhaberportalı’ndaki 06 Nisan 2020 tarihli, “Yoksullar birbirinin etini yer mi? Platform filmi üzerine…” isimli (muhakkak okumanızı da önereceğimiz) makalesinde:
“Çünkü düzen kendisini ideolojik olarak sağlama almak için daima yoksul emekçiler ile orta sınıf arasına bir ideolojik duvar çekmek zorunda. Bu yüzden aydınlanmış orta sınıfa, ezilen emekçileri sadece yoksul değil yoksulluğu içinde canavarlaşmış, insanlıktan çıkmış ve onların konforlu yaşantısına tehdit arz eden tipler olarak gösteriyor. Bunun hayli alçakça bir örneğini Joker’de görmüştük, Platform da aşağı kalmıyor” olarak tanımlamış…
Aslında filmin başrol karakteri Goreng (Ivan Massagué), yaşanan haksızlıkları bir süre köşesinde sessizce izledikten sonra, katlar arasında anlaşma yapılarak yiyeceklerin paylaşılması gerektiğini söyler söylemez, hapishane hücresinden hiçbir farkı olmayan “kat” arkadaşı Trimagasi (Zorion Eguileor) tarafından “komünist” olmakla itham ediliyor…
Ki, bu kendisine yapılan ilk önemli uyarı…
İkinci, “ağır ol, kafa karıştırma” dercesine yapılan (daha çok bir öneri niteliğindeki) bir diğer uyarıysa, bu işin baskı, zor yahut da ayaklanma yöntemi ile değil ancak kendiliğinden (spontane) oluşacak bir dayanışma ile sağlanabileceğini ifade eden 25 yıllık eski bir platform yönetimi çalışanı olan (ve gerçekte aktif birer suç ortağı olup, Nazi'lerin işledikleri insanlık suçlarından haberdar olmadıklarını iddia eden Almanlar gibi) Imoguiri’den (Antonia San Juan) geliyor…
Her ne kadar, (seninki de farklı olmaz denilircesine) eline yel değirmenleriyle savaşan Don Kişot kitapçığı tutuşturulmuş olan Goreng, “Değişim asla kendiliğinden olmaz” derken bunu, “Örgütlü bir mücadele”nin gerekliliği ile tamamlayamadığı için tüm çabaları boşa düştüğü gibi Baharat (Emilio Buale) ile birlikte kalkıştığı devrimci olamayan (ve bu yüzden de sonuçsuz kalan) müdahale de anlamını yitiriyor…
Yorumumuzu yine:
“ ’Bu düzen, yoksullar birbirini yediği için ayakta duruyor’ iddiası bu dünyadaki kötülükleri toptan emekçilerin, ezilenlerin sırtına yükleyen ve sefaletin, sömürünün, tüm acıların gerçek sorumlularını gizleyen bir yalan. Bu yalanın ‘insanlar kendilerini karantinaya almadığı için Koronavirüs yayılıyor’dan pek farkı yok” diyen Nevzat Evrim Önal’dan yapacağımız alıntı ile noktalayalım…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde, yaptığı “yanlı ve yanıltıcı analiz” nedeniyle puan olarak 2 verdiğimiz bu film için önerimiz de çok büyük bir beklentiye girmeden ve uyarılarımızı da dikkate alarak, “bir şans da siz verebilirsiniz” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…
Son bir not:
Yorumu yazdığımız "1 Mayıs"ın anlam ve önemine de uygun olarak, çok daha doğru ve evrensel bir "sınıfsal sinema yorumu" için yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı bir Kemal Sunal filmi olan, “Köşeyi Dönen Adam”ın (1978) sansürlenerek kesilen sahnelerine bir göz atmanızı önereceğiz…