Senaryosunu, kendi aynı isimli romanından (1999) uyarlayarak Mark Burnell’in yazdığı “The Rhythm Section”, yönetmen koltuğunda yeni nesil “favori yönetmenlerimizden” Reed Morano’nun oturduğu kaçırılmaması gereken bir drama…
Yoruma başlamadan önce bu kez, bizi bu filmi izlemeye ve ardından da kapsamlı bir biçimde yorumlamaya iten “üç” nedeni sıralayalım istedik…
“The Handmaid's Tale” (2017 – 2020) dizisi için sadece üç bölüm çeken Morano’nun, "Offred" (2017) adlı bölüm ile “Sıra dışı Yönetmen” kategorisindeki “Primetime Emmy Ödülünü” kazandığını da belirtmiş olalım… İsterseniz bu, “bir” olsun…
Üstelik kendisi, yıllarca kameramanlık da yapmış olan son derece deneyimli bir görüntü yönetmeni de…
Bu da “iki” …
Örneğin yönettiği (ve bizimde yine bu mecrada yorumlamış olduğumuz) “Meadowland” (2015) ile “I Think We're Alone Now” ın (2018) görüntü yönetmenliklerini de üstlenmişti…
Yani “The Rhythm Section”, ne yaptığını bilen birinin çektiği bir film… Zaten öyle olmasaydı, 50 milyon dolarlık bir bütçeyi kendisine teslim etmezlerdi de…
Bütün bunların dışında “üçüncü” olarak, IMDB’deki düşük puanlar ile olumsuz yorumları da görünce, “Anlaşıldı, yine normal sinema izleyicisine hitap etmeyen bir filmle karşı karşıyayız dedik” ve izlemenin ardından da yorumlamaya başladık…
Hemen belirtelim ki, Burnell’in, uyuşturucu kullanan ve kendini hayatın akışına bırakmış olan sıradan bir fahişeden, ailesinin intikamı almak için profesyonel bir tetikçiye dönüştürdüğü Stephanie Patrick’in (Blake Lively) hikâyesi, sinemanın aksiyon ve adrenalinden ibaret bir sanat dalı olduğunu zannedenleri pek fazla mutlu etmeyecektir…
Ancak söyleyelim…
Eğer Stephanie Patrick ve Iain Boyd (Jude Law) karakterlerinin iş başında oldukları bir devam filmi gelirse de kimseler şaşırmasın…
Zira filmin finalinde, böylesi bir işaret de verilmiş…
Üstelik filmin yapımcısı EON Productions, James Bond filmleri ile tanınan bir firma…
Her ne kadar bu film, yapımcılarının hanesine ciddi anlamda zarar yazdırdıysa da yapılacak yeni düzenlemeler ile para kazanacaklarına inandıkları anda, neden Burnell’in bu “vahşi” hikâyesinden de bir “dişi Bond” serisi üretmesinler ki?
Neyse, bu biraz farklı bir husus…
Biz, yeniden filmimize dönelim…
“Spoiler” vermeden anlatılması mümkün olamayacağı için filmin konusunun detaylarına girmeyecek ve bunun yerine kısaca da olsa “arka planda olup bitenler” ile teknik ekipteki “iki” önemli şahsiyete, şöyle bir değineceğiz…
Hadi, başlayalım:
• Çekimlerine, Aralık 2017’de Dublin’de başlanılan film, koşuşturmaca ve sağlam atraksiyon içeren bir sahnede (dublör kullanmayan ve izlerken onunla birlikte yorulduğunuz) Blake Lively’nin sakatlanması üzerine Haziran 2018’e kadar ara verilmiş… Tabii böyle olunca, filmin vizyona giriş tarihi de, Şubat 2019’dan Ocak 2020’ye kaymış…
• Filmografisinde, “Hunger” (2008), “Shame” (2011), “The Place Beyond the Pines” (2012) ve “12 Years a Slave” (2013) gibi filmlerde bulunan Sean Bobbitt, oldukça deneyimli bir görüntü yönetmeni… Özellikle, hareketli sahnelerdeki kamera tekniği, kurguya “cuk” oturmuş…
• Kurgu deyince de flashback geçişlerinin baş döndürücü bir hıza eriştiği filmin editörü Joan Sobel’in hakkını da yememek lazım… Ki, onu da, “Kill Bill: Vol. 1” (2003), “Kill Bill: Vol. 2” (2004), “A Single Man” (2009) ve “Nocturnal Animals” dan (2016) tanıyoruz…
Belki, yine klasik bir laf olacak ancak diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…
Sinema sanatına yaraşır; “emek ve bilgi verilerek” yazılmış bir başka kapsamlı yorumda yeniden buluşmak üzere, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “muhakkak bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,