Böyle mi Olacaktı?
Yazar: Ali ErcivanAdana Film Festivali’nde Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok ile kazandığı En İyi Film ve Yönetmen ödüllerinin çok tartışıldığı şu günlerde, Onur Ünlü’nün yine Limon Yapım için çektiği Cingöz Recai sinemalara geliyor. İlk kez kendisine ait olmayan bir senaryoyla çalışıyor Ünlü ve belli ki Adana’dan ödüllü diğer filmini finanse ettirebilmek için girişmiş bu işe. Fakat bu kez zanaatkarlığı denemiş de diyemiyorum çünkü o denli kendini vermemiş projeye. O denli yönetmen dokunuşundan uzak bir iş Cingöz Recai.
Fakat asıl sorun inanın orada değil!
“Bir Efsanenin Dönüşü” alt ismiyle çıkıyor film vizyona. Bir tür efsane gerçekten Cingöz Recai. Peyami Safa’nın takma isimle, Server Bedi adıyla tefrika ettiği seri, aslında tam da yerli karşılığı olduğu Sherlock Holmes, Arsen Lüpen gibi ucuz romanlardan oluşuyor. Yazarın adını gizleme ihtiyacı bundan muhakkak. Holmes ve Lüpen’in dünya sinemasında çokça uyarlaması mevcut. Onur Ünlü’nün yönettiği filmse sinemamızdaki üçüncü Cingöz Recai denemesi. İlki 1954 tarihli, Metin Erksan imzalı Beyaz Cehennem. Başrolünde Turan Seyfioğlu’nu, sağ kolu ve sevgilisi rolünde Neriman Köksal’ı ve Recai’nin peşindeki Başkomiser Mehmet Rıza rolünde Avni Dilligil’i izlediğimiz film, sadece ikinci işini çeken Erksan’ın ve genel olarak Türk sinemasının acemilik dönemine denk gelmiş bir yapımdır açıkçası. Erksan belirgin bir şekilde film noir yapısını ve estetiğini çalışmış olsa da ortaya çok primitif bir polisiye denemesi çıkarabilmiştir ancak. Fakat daha o zamandan, Cingöz Recai’nin James Bond gibi serileri ve kahramanları çağrıştıran yapısını anladığı ortadadır yine de...
Safa Önal’ın çektiği 1969 yapımı uyarlama, Ayhan Işık’ın bedeninde daha başarılı bir Recai ortaya koyar ve artık James Bond filmlerinin yapılageldiği bir dönemin işidir. Kılık değiştiren, ustaca dövüşen bir adamdır artık kahramanımız. Önünde sonunda Cingöz Recai’yi tanımlayan şeyler de bellidir zaten... Aslında hali vakti yerindedir, bu işleri biraz keyfinden biraz da vicdanından dolayı yapar. Hırsızdır ama prensipli bir hırsız olarak zengin eşkıyadan çalıp ihtiyacı olan fakirlere dağıtır her zaman. Zekidir, karmaşık gizemleri çözer. Çapkındır, bu yolda çok canlar yakar. Gözüpektir, Mehmet Rıza’ya karşı da çok gizlemez kendini.
Onur Ünlü’nün filmi, Erksan ve Önal’ın filmlerinden birçok şeyler almış ama kendi dünyasını kurmaya gayret ediyor. Önceki Cingöz Recai filmleri gibi, karakteri ve öyküyü projenin çekildiği döneme uyarlıyor, yani günümüze. Fakat geçmişe dair retro bir yaklaşımla geleceğe dair daha fantastik bir kafayı aynı gerçekliğin içinde birleştirmeyi deniyor. Bu işin altından başarıyla kalkılabildiğini söylemekse ne yazık ki güç.
Cingöz Recai ve ekibi, Fatih Artman tarafından canlandırılan genç işadamının elindeki bir tabloyu çalmanın peşindeler. Artman’ın yeni sevgilisinin (Meryem Uzerli) bir başka soygun çetesiyle bağları olduğunu bilen Recai, buradan yürümeye karar veriyor. Onun asıl niyetinin, Hayalet adlı daha karanlık bir suç liderine ulaşmak olduğunu anlıyoruz. Burada çok klişe bir kaybedilmiş baba ve onun intikamını almaya yemin etmiş oğul teması devreye giriyor. Ayrıca Artman’ın karakterinin de başka kötücül işler peşinde olduğunu öğreniyoruz. Filmin önemli kısmını önce Uzerli’nin canlandırdığı Göze’yle, sonra Göze’nin kendini kurtaramadığı diğer çetenin karikatür kötüleriyle, Artman’ın gizli ajandasıyla ve en nihayetinde Hayalet’i çökertme çabalarıyla geçiriyor Recai. Bunca kötü karakter zaten filmin odağını zedelerken, bir Cingöz filmini en keyifli kılabilecek Recai ile Mehmet Rıza çekişmesi çok arka planda kalıyor.
Şunu kabul etmek gerek: Kenan İmirzalıoğlu, bir Ayhan Işık olmasa da karizmatik bir Recai tiplemesi çıkarabilmiş. Ancak Uzerli’yle aralarındaki çekime, aşk hikayesine inanmak mümkün değil. Bunun tek sebebi Uzerli’nin sınırlı oyunculuk yetenekleri de değil. Bir kere senaryo bizi bu ilişkiye ikna etmek için yeterince uğraşmıyor; uğraştığı kadarı da zaten girişteki St. Petersburg sekansıysa, hiç denemeseler daya iyiymiş diyor insan. Ayrıca çikolata düşkünlüğü gibi çocukça detaylarla ortaya bir Göze karakteri çıktığını söylemek imkansız. Diğer tüm yan karakterlerin de çeşitli casusluk ve aksiyon filmlerinden fırlamış karikatür tiplemeler olduğu yadsınamaz. Dolayısıyla geriye karakter diyebileceğimiz Recai dışında sadece Mehmet Rıza kalıyor. Ve fiziksel görünümüyle her ne kadar bir animasyon film karakterini ya da bir tür Hercule Poirot’yla Müfettiş Gadget kırmasını andırsa da Haluk Bilginer çapında bir aktör bu role bir boyut kazandırmayı, onu ilginç kılmayı başarıyor. Filmde izlemeye değer belki de tek oyuncunun, filmin orta bloğunda uzun süre görünmüyor olması, Recai’nin ezeli rakibinin geri planda kalması, proje adına doğru bir adım değil ne yazık ki...
Projenin işlemeyen her unsuru dönüp dolaşıp senaryoya dayanıyor kanımca, her filmde olduğu gibi... Kerem Deren ve Pınar Bulut, vakti zamanında Ezel dizisiyle edindikleri prestijden yemeye devam ediyorlar bu örnekte de... Senelerce Cingöz Recai sinema filmi fikriyle ortalıkta dolanmış bir yazar olarak naçizane fikrim, bu karakteri Guy Ritchie’nin Sherlock Holmes filmleri kafasında bir sinemasal dünyayla ve tercihen bu sefer günümüze uyarlamadan, dönem işi olarak perdeye taşımanın daha ilgi çekici olacağı yönündeydi. Onur Ünlü de İtirazım Var filminde söz konusu Holmes filmlerinin parodisini yapmaya girişmişti, dolayısıyla bu formül çalışır gibi gelmişti bana. Ancak Deren ve Bulut daha ziyade Görevimiz Tehlike, James Bond, Kingsman gibi yakın tarihli aksiyon / casusluk serilerini çalışmayı tercih etmişe benziyorlar. Kurmaya çalıştıkları dünyanın Türkiye sinemasıyla mayasının tutabileceğine ben şahsen inanmıyorum en azından. Bu örnekte de tutmuyor zaten.
Fakat karşımızdaki öyle büyük bir hezimet ki bunu açıklamak için daha fazlası lazım. Kilit nokta da şu diye düşünüyorum: Cingöz Recai filminin zekası yok. Her adımda seyircinin iki adım gerisinde, seyircisini şaşırtamayan, karakterlerin veya entrikanın zekasına ikna edemeyen bir iş karşımızdaki. Bir misal, Haluk Bilginer ile Kenan İmirzalıoğlu’nun bir telefon sahnesi. Recai, Mehmet Rıza’yı evinden arıyor, onun kızının okul çıkışında bir yavru köpeği bulup eve getirmesini sağlayacak olaylar zincirini kendisinin tetiklediğini belli eden laflar ediyor. Sonra aniden Mehmet Rıza, konuşulanlardan asla çıkarılamayacak bir karakter analizi yapıyor Recai hakkında. Bu tür filmlerde hep öyle olur ya... Zeki karakter, ince detaylardan rakibini tanımayı başarır. Fakat sırf senarist öyle istedi diye olmaz işte o. Yazar, seyirciyi o dinamiğe ikna eder. Seyirci o analizin nereden geldiğini karakter izah ettikçe anlar, noktaları kafasında birleştirir. Cingöz Recai’nin senaryosu, birleştirilecek noktaları kuramıyor önce, sonra karakterlerin bunları birleştirdiğini gösteriyor ve bu zekadan etkilenmemizi istiyor. Halbuki ortada bir zeka yok. Senaristler varmış gibi yapıyor sadece.
Bunun üstüne, eminim ki senaryonun tüm zaaflarının farkında olan Onur Ünlü, bunları telafi etmek yerine hiçbirini umursamadan sadece havalı bir casus filmi taklidi çekmekle yetinince ortaya bu sonuç çıkıyor işte. Ne kamera arkasında ne önünde kimse bir parodi yapıyormuş, kendilerini ciddiye almadan işin mizahını çıkartmaya çalışıyormuş gibi de davranmıyor ki öyle diyelim... Herkes öyle ciddiye alarak yapıyor ki işini, kimse yaptıklarının gülünçlüğünü fark etmemiş demek diye düşünüyor insan. Olduğu şey de maalesef bu Cingöz Recai’nin... Gülünç. Hepsi o. Ve seyircinin de farklı düşüneceğini zannetmiyorum açıkçası.
Twitter: aliercivan