“Ut og stjæle hester / Out Stealing Horses”, senaryosunu da Per Petterson’un aynı isimli romanından (2003) uyarlayarak yazan Hans Petter Moland’ın yönetmen koltuğunda oturduğu bir drama…
Prömiyeri, 9 Şubat 2019’da “Gümüş Ayı” ödülünü kazandığı Berlin Uluslararası Film Festivalinde yapılan ve 8 Mart 2019 tarihinde Norveç’te vizyona giren filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde, “En İyi Uluslararası Film” kategorisinde 92. Academy Ödülleri için Norveç adına ilk kritik viraj olan “giriş” de yer alan ancak 9 Şubat 2020 akşamı yarışacak adaylar arasına giremeyen bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun içinde, yaklaşık 4,5 milyon dolarlık bir bütçeyle, Trysil kasabası yakınlarındaki Norveç kırsalı ile Litvanya’nın Kaunas ve başkent Vilnius kentlerinin doğa parklarında çekilen ve 1,5 milyon dolarlık bir hasılat rakamına takılıp kalmış olan filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, 67 yaşındayken kent yaşamını arkasında bırakarak Norveç’in doğu ucunda bir gölün kenarındaki küçük bir evde inzivaya çekilen Trond’un (Stellan Skarsgård), 1999 Kasım’ın da başlayan ve eski anılarını tetikleyerek harekete geçiren tesadüfi bir karşılaşma sonrasında (artık nedense herkes aralarında anlaşmış gibi 15 diyor ama hesap makinalarına göre) 16 yaşında olduğu 1948 yılında babası ile birlikte çıktığı tatil günlerine geri götüren “fırtınalı” yaşam öyküsünün anlatıldığı bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Hans Petter Moland bu filmde kendini, “Kraftidioten / In Order Of Disappearance” (2014), “Flaskepost fra P” (2016) ve “Cold Pursuit” (2019) de olduğu gibi kasmayarak oldukça rahat bir biçimde sanki doğrudan festival jürilerine oynamış gibi…
Bunu da gerek oldukça ağır ilerleyen hikâyesi içindeki derinlemesine yapılan karakter analizlerinden, gerekse de Rasmus Videbæk’in kamerasına yansıyan, el emeği – göz nuru (çoğu pastoral) görüntülerden anlayabiliyoruz…
Ancak, gerçekten de Moland’ın beklentisi yahut da niyeti böyle miydi, değil miydi kesinlikle bilemiyoruz fakat filmin künyesine bakıldığında, skorun tabelaya hiç de böyle yansımadığını açıkça görebiliyoruz…
Nasıl mı?
Katıldığı festival sayısı üçken, tek ödülü de yukarıda da belirttiğimiz gibi Berlinale’de kazandığı “Gümüş Ayı” olmuş filmin…
Elbette bu son söylediklerimiz, filmi beğenmediğimiz anlamında da algılanmamalı… Bizim vurgulamaya çalıştığımız şey aslında, Norveç’teki Nazi işgali yıllarından kalma şifreli (veya sihirli) bir sözcük olan “At Çalmaya Gidiyoruz” un, yukarıda sıraladığımız üç Moland filminin üçüne de benzemediğine dair bir uyarı…
Bir başka ifade ile bu üç filmdeki “aksiyonu” referans alarak ekran başına geçecek olan malum kitleyi, uğrayacakları olası hayal kırıklığının önüne geçmek amacıyla, bu filmden uzak durmaları hususunda küçük bir işaret fişeği yakarak dürtmeye çalıştık, o kadar…
Yoksa yalnızca (kendi yaşadıklarıyla özdeşleştirdiği) Dickens’in “David Copperfield” ını elinden düşürmeyen Stellan Skarsgård yani “Trond” değil, başta “onun gençliğini” oynayan Jon Ranes ile “babasını” canlandıran Tobias Santelmann ve “babasının sevgilisi (kendisinin de platonik ilk aşkı)” Danica Curcic olmak üzere kadrodaki tüm oyuncular üstlerine düşeni fazlasıyla yapmışlar…
Üstelik flashback geçişlerinin hâkim öğe olduğu kurgu ile bu kurguya eşlik eden Kaspar Kaae’nin müzikleri de harika olmuş…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden”, farklı bir bakış açısı ile yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; büyük bütçeli Hollywood prodüksiyonlarına takılıp kalmamayı tarz edinmiş sinemasever dostlara, “Hans Petter Moland gibi İskandinav sinemasının seçkin yönetmenlerinin filmlerini de izleme listelerinizden eksik etmeyin” diye seslenerek kullanmak isteriz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de olumsuz puan ve yorumlarda söylenilenlere aldırmadan “muhakkak bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…