“Proxima”; senaryosunu da, Jean-Stéphane Bron’ın işbirliği ile yazan Alice Winocour’un yönetmen koltuğunda oturduğu bir drama…
Temel olarak 107 dakikalık bu “duygusal” filmde, Mars uçuş görevi için ESA (European Space Agency / Avrupa Uzay Ajansı) adına görevlendirilen Fransız astronot Sarah Loreau’nun (Eva Green), tutku ile bağlandığı işi ve disleksi problemi de bulunan sekiz yaşındaki küçük kızı Stella’ya (Zélie Boulant) olan sevgisi arasında kalışına odaklanılmış…
Çekimleri, ESA’nın gerçek eğitim tesislerinde gerçekleştirilen filmin bu ana teması, aynı uçuş ekibinin üyeleri olan Amerikalı astronot Mike (Matt Dillon) ve Rus kozmonot Anton’un da (Aleksey Fateev) katıldıkları hazırlık eğitimleri ile de “renklendirilmiş”…
Yani dememiz o ki, bu haliyle; Almanca, Fransızca, İngilizce ve Rusça gibi dört lisanın konuşulduğu bu filmden, bir “aksiyon” yahut da bir “bilim – kurgu” hikâyesinin çıkmasını beklemek:
En basit ifade ile ciddi bir “saflık” olacağı gibi bu türden yersiz bir hayal kırıklığı üzerinden yapılacak eleştiri de, henüz filmi izlememiş olanlar adına, “gereksiz”, “anlamsız” ve özellikle de “yanıltıcı” olacaktır…
Ama ne yazık ki bu, genel de sanat ve özel de de sinema kültüründen yoksun olan sıradan ve birbirlerini destekleyen benzer nitelikteki kitlelerce yapılan, “salla, ya tutarsa ” vasatlığı, artık sıklıkla başvurulan bir vukuat halini aldı günümüzde…
Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi “Proxima”, tamamen bir anne ile küçük kızı arasındaki ilişki üzerinden yol alan “sade” ve bir o kadar da “feminen” bir film…
Hem de öyle ki, sıraladığımız bu dört lisanın tamamını konuşabilen bilim insanı Sarah’ı, “aklı ile düşünür” değil de “annelik hormonlarının dürtüsüne” teslim olarak hareket eden bir kadın biçiminde resmederek…
Yoksa başta Alice Winocour olmak üzere kimsenin, içine değişik şeyler sokuşturarak, farklı anlamlar yüklenebilecek başka hikâyeler anlatmaya çalıştığı da yok bu filmde…
Yalnız haklarını yemeyelim ve yeri gelmişken, söz konusu bu anne ile kızını canlandıran Eva Green ile Zélie Boulant’ın, müthiş bir kimyasal uyum içinde ve nitelikli bir performans ile oynamış olduklarını da vurgulamış olalım…
Film bu çerçevede, normal bir kurgu ile akıp giderken, Winocour’un, Kazakistan’daki Baykonur (Baikonur) üssünü, “giriş – çıkışları” yol geçer hanına dönüşmüş yatılı bir öğrenci yurdu gibi değerlendirerek, karantinadaki astronot anne ile kızını buluşturduğu öylesine bir sahne var ki, hani neredeyse filmin ipini çekecek kadar “absürt”…
Fakat neyse ki, yurtdışındaki profesyonel yorumları da okuduğumuzda, herkesin o kadar gözüne batmamış olduğunu da görmüş olduk bu sahnenin…
Ancak siz, yine de biraz dikkatlice bakın…
Bakalım fark edip, aynen bizim gibi, “Hadi ya” diyecek misiniz?
Bunun dışında, filmle ilgili bir başka çekince yahut da övgümüz de olmayacağı için yorumumuzu burada noktalıyoruz…
Belki, yine klasik bir laf olacak ancak diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…
Sinema sanatına yaraşır; “emek ve bilgi verilerek” yazılmış bir başka kapsamlı yorumda yeniden buluşmak üzere, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 17 Haziran 2020 günü saat 02.11’de yazılarak paylaşılmıştır...