“Çocukluğumuzun süper kahraman filmleri gibi…”
Yazar: Murat Tolga ŞenYazıya, ilk Wonder Woman filminden hiç hoşlanmadığımı ve devam bölümlerini merakla beklemediğimi belirterek başlamak istiyorum. Üstüne, eleştirmen ortamlarında “1984 yılında geçen bir süper kahraman macerasını kim ne yapsın, bu DC sinematik evreninin en berbat fikri” diye alay ettiğimi de itiraf ediyorum. Eğer bu yıl Covid-19 belası ile tanışmamış olsaydık (yapılsaydı şayet) basın gösterimine bile gitmezdim. Marvel ya da DC fark etmeksizin çizgi romanlardan çok başka şeylere dönüşen süper kahraman filmlerinden çok sıkıldım ama Wonder Woman ilk filmdeki kötü adamlara (ki bazıları Türk’tü) yaptığını bana da yapıp bütün ön yargılarımı yıktı ve çok eğlendirdi.
Wonder Woman 1984, ilkinden çok daha eğlenceli çünkü kendini ilk film kadar ciddiye almıyor. Bunda maceranın 1984 yılında geçmesinin etkisi çok fazla. O yılların giyim modasıyla dalga geçtikleri sekanslarda çok güldüm, AVM’lerin gerçekten eğlenceli olduğu dönemlerde geçen AVM sekansında da epey eğlendim. Bu sekansta Jacky Chan’in Police Story ya da Michelle Khan’ın Yes Madam filmlerine de atıflar var.
Wonder Woman 1984, 80’lerde geçen bir süper kahraman filmi olma fikrini uygulamaya koyarken gerçekten o yıllarda çekilmiş olan, Richard Lester’ın yönettiği Süpermen filmlerini, özellikle de 1983 yılında gösterilen Süpermen 3’ü örnek almış gibi görünüyor. Süpermen 3, 39 milyon dolarlık bütçesini telafi etmesine rağmen, finansal ve eleştirel olarak ilk iki Süpermen filminden daha az başarılı olmuştu. Richard Pryor'un oyunculuğu ve filme kattığı komedi dozu epey eleştirilmişti. Bakalım aynı tarif bu kez tutacak mı?
Bu filmde de benzer bir süper kötü ile karşılaşıyoruz. Süpermen 3’ün gerçek hayatla baş edemeyen ezik ama dahi karakteri Gus Gorman’ı andıran Barbara Minerva (Kristen Wiig) kendi halinde ezik bir akademisyenken, filmin bela objesi olan dilek taşı (Dreamstone) sayesinde insanüstü güce ve karşı koyulamaz bir cazibeye kavuşuyor. Aslında burada filmin, güzelliğin ve çekiciliğin özgüvenden kaynaklandığını düşündüren bir cümlesi var ama Barbara, Diana’nın tersine bu gücü hazmedip yönetebilecek, hele de insanlık yararına kullanabilecek biri değil ki o da öyle yapıyor. Yeni karakterinin açığa çıktığı ilk sekansta kendisine laf atan ayyaş birini öyle bir benzetiyor ki, akla kadın eşitliğini savunurken farkında olmadan çizgiyi aşıp işi erkek düşmanlığına getirenleri hatırlatıyor. Bu sahneyi erkek bir yönetmen çekse, cinsiyetçi olduğu için eleştirilebilirdi ancak kahramanı da, kötü karakteri ve onların hikayesini anlatan yönetmeni kadın olan bir film izliyoruz.
Filmde bir kötü karakter daha var; 80’lerin hırslı ama batık iş adamlarından biri olan iş adamı Maxwell Lord. Canımız Mandalorian’ımız Pedro Pascal’ın müthiş oynadığı bu karakterin para kazanma ve saygı görme hırsı var. Amerikan toplumuna 80’lerde pompalanan “çok çalış, çok kazan, çok harca” kültürünün tek kişilik temsili adeta ama Wonder Woman 1984, süper kahraman filmlerindeki motivasyonu yüksek, yolundan döndürülemez kötüler yerine gayet insani sebeplerle kötüleşen ve bir noktada durumu toparlayabilme şansı olanları gösteriyor, tıpkı benzeştirdiğim Süpermen 3 filminde olduğu gibi.
Gal Gadot’u yeniden bu rolde izlemek güzel, uzun zaman da izleyeceğiz gibi görünüyor ama filmin finalde hoş bir sürprizi var. Eric Bana’lı Hulk filminde, zamanında çekilen TV filmleri için bu rolü oynamış Lou Ferrigno’yu (Arnold’dan eksiği olmayan, Herkül filmleriyle tanınan vücut geliştirici aktör) andığı gibi bu film de ilk Diana’mız Lynda Carter’ı anıyor ve 69 yaşındaki haliyle, “boşuna Wonder Woman” oynamamış dedirtiyor.
Wonder Woman olarak tanıdığımız Diana, tanrıların kralı Zeus tarafından hediye edilmiş gizli Themyscira adasının tek çocuğu... Bu oldukça naif bir çıkış hikayesi, kahramanın kostümü de çocuklar için çizilmiş olduğunu çok belli ediyor. Artık, bu kadar naif bir süper kahramanı tüm yaşlardaki seyirciye izletebilmek için onu daha masum ama daha hırslı yaşadığımız 80’lere ışınlamak iyi fikir diye düşünüyorum. Wonder Woman bunu denemiş ve başarmış. Pandemide sürekli küçük bütçeli bağımsız işleri görmekten de bir miktar sıkılmış ve bu blockbuster’a gereksiz yükselmiş olabilirim ama gerçekten eğlendim.
Filmi, Warner Bros’un OFCS (Online Film Critics Society) üyelerine gönderdiği linkten izledim. Sanırım şu aralar şirketin dijital platformu olan HBO Max’te de gösteriliyor. Siz de fırsatını bulduğunuz anda izleyin. Büyük hevesle beklediğim ama tam bir hayal kırıklığına dönüşen The Midnight Sky’dan çok daha fazla oyalıyor. İyi seyirler…