İngiliz rock grubu The Smiths’in kurucularından Steven Patrick Morrissey’in (Jack Lowden) 1976’daki ilk gençlik günlerinden (aynen filmin afişindeki gibi) Johnny Marr’ın (Laurie Kynaston) kapısını çaldığı 1982 arasındaki altı yıllık “sancılı” dönemin anlatıldığı bir biyografik drama olan “England is Mine”, senaryosunu da William Thacker ile birlikte kaleme alan Mark Gill’in yönetmen koltuğunda oturduğu “ilk (debut)” uzun metrajlı sinema filmi…
Yani bu da demek oluyor ki:
Eğer Morrissey ile The Smiths’in isimlerini hiç duymadıysanız veya müzikleriyle pek alakalı değilseniz, oldukça mütevazı bir bütçeyle çekildiği her halinden belli olan bu “bağımsız (indie)” film kesinlikle size göre değil…
Boşuna zaman harcayıp canınızı sıkmayın…
Bu küçük uyarının ardından yeniden filmimize dönecek olursak…
1976 yılının Manchester’ındayız…
Henüz on yedi yaşında olan Steven, o günlerde sıklıkla Anji Hardie (Katherine Pearce) ile takılmaktadır….
Yine beraberce dolaştıkları bir günün ardından bu iki ergen Steven’ın evine geldiklerinde, babası Peter Morrissey (Peter McDonald) “işsiz güçsüz” dolaştığı gerekçesiyle oğluna parlar…
Hani neredeyse haşlar…
Neyse ki, anne Elizabeth Morrissey (Simone Kirby) anında oğlunun imdadına yetişir ve böylelikle her zaman olduğu gibi karı koca arasındaki hırgür de başlamış olur…
Sürekli bir arayış içinde olan Steven o günlerde; şarkı sözü, şiir türü şeylerin yanı sıra “acımasız sertlikteki” müzik eleştirileri de yazmaktadır…
Bir plakçı dükkanındaki panoda genç gitarist Billy Duffy’nin (Adam Lawrence), “bir gruba katılmak veya grup kurmak” istediğine dair el yazısıyla yazılarak iliştirilmiş ilanını görerek alan Steven ile Anji, Billy’i telefonla arayarak ondan ertesi gün için bir randevu da koparırlar…
Koparırlar koparmasına da (vakti zamanında bizim de müdavimlerinden olduğumuz) Melody Maker okuyarak buluşma saatini bekleyen Steven, Billy’nin gelmesine karşın aniden görüşme fikrinden vaz geçerek oradan uzaklaşıverir…
Gerçekten de içine kapalı, sürekli depresif, somurtkan, tatminsiz ve utangaç bir kişilik yapısına sahip olan Steven için bu durum, hiç de şaşırtıcı değildir…
O andan itibaren, tepesi atan Anji’yi bir daha onun “yanında” hiç göremeyiz…
Unutmadan bu arada, babası Peter’ın da Steven’ı, annesi Elizabeth ve bir market de reyon görevlisi olan ablası Jackie (Vivienne Bell) ile baş başa bırakarak evi terk etmiş olduğunu da belirtmiş olalım…
Hatırlarsanız yukarıda Steven’ın müzik eleştirileri karaladığını da söylemiştik…
İşte bunlardan birisi sonrasında Linder Sterling (Jessica Brown Findlay) yazdığı yorumunda, Steven’a yönelik ne yenilir ne de yutulur tarzda olmayan çok ağır ifadeler kullanmıştır…
Neyse, onu öylece orada bırakır Steven…
Zira evlerinin kirası dahil ödenecek faturaların tamamı kendisi, annesi ve ablasının üstüne yıkıldığı için başları fena halde derttedir…
İlk halletmesi gereken şey, bir an önce para kazanarak eve katkıda bulunacağı bir iş bulmaktır…
Elindeki kalemle gözü de ilanlarda olan Steven, gazeteleri tarayarak Gelir İdaresinde küçük bir memuriyet işi bularak oraya yerleşir de…
Derken, her zamanki gibi bira içmek üzere gittiği canlı müzik yapılan mekânda sonradan “arkadaş” da olacağı Linder, Steven’ın yanına gelerek yazdıkları için kendisinden özür diler ve beraberce davet edildiği partiye giderler…
Bütün bunlar yaşanırken yaşamındaki önemli kırılma anlarından birine neden olacak olan Christine’de (Jodie Comer) Gelir İdaresinde çalışmaya başlamış olup amiri Bay Leonard (Graeme Hawley) Steven’ı, onu gezdirmek ve işi anlatmakla görevlendirmiştir…
Biz tam derin bir üzüntüyle, “Hadi ya!” derken…
Ardından artık her şeyin bittiğini düşünerek umutsuzluk dolu bir melankoliye kapılacağı, Linder ve Billy’nin yol açtıkları iki “hayal kırıklığını” daha peş peşe yaşayacaktır Steven…
Ki bunlar aslında Steven’ın şansının, olumlu anlamda dönmesine sebep olan kilometre taşları olarak yer alacaklardır biyografisinde…
İzlediğinizde göreceksiniz ki:
Her ne kadar, “çölde kutup ayısı ile karşılaşan bedevi misali” talihsizlikler yaşasanız da bizzat hayat, “bitti” demeden hiçbir şey bitmiyor ve umutlar taptaze kalabiliyor…
Yeter ki siz, doğru bir hedef ve sağlam bir irade ile yola koyulmuş olun…
Keyifli seyirler,