“Morto Não Fala / The Nightshifter”, senaryosunu da, Cláudia Jouvin ile birlikte Marco de Castro’nun aynı isimli Edgar Allan Poe tarzındaki kısa öyküsünden uyarlayarak yazan Dennison Ramalho’nun yönetmen koltuğunda oturduğu ilk uzun metrajlı (debut) sinema filmi…
Yorumumuza başlarken hemen belirtelim ki, 648 bin dolar gibi son derece düşük bir bütçeyle çekilmiş olan bu filmin, ilk 40 dakikalık bölümü ile geriye kalan 70 dakikalık kısmının ayrı ayrı incelenmesi gerekiyor…
Zira sözünü ettiğimiz biraz daha kısa süren o ilk bölümde; Stênio (Daniel de Oliveira) ile Odete’in (Fabiula Nascimento) çatırdamakta olan evlilikleri bağlamında yaşanan, “mutsuzluk”, “aldatılma” ve “intikamın” ön aldığı bir aile dramını izliyor ve filmin tamamına damgalarını vuracak olan karakterleri daha da yakından tanıyoruz…
Örneğin:
Stênio, yalnızca gece vardiyalarında ("night shift" olarak ) morgda çalışan ve ölülerle konuşabilme yeteneğine de sahip olan “ezik” bir koca tiplemesidir…
Ki karısı Odete, Stênio’nun bu “acınası halini” sürekli olarak, hem de çocuklarının gözleri önünde, sırf onu “aşağılamak” amacıyla, “kokuyorsun” diyerek yüzüne vurmaktadır…
Ancak her şeye karşın, rakip uyuşturucu çetelerinin kapışma halinde oldukları yoksullukla yoğrulmuş varoşlardaki bu “sefil beraberlik”, varlığını sürdürmeye devam da edebilmektedir…
Ta ki, morgdaki cesetlerden biri Stênio’nun kulağına karısı ile ilgili bir dedikoduyu üfleyinceye ve Stênio’na da bütün bu anlatılanları kendi gözleriyle görüp ikna oluncaya kadar…
Artık hem filmdeki “ilk intikamın saati” ve hem de “diğer intikamı” temel alan “haunted house / hayaletli ev” konseptine uygun 70 dakikalık ikinci bölümün vakti gelmiştir…
Nasıl mı?
Gecenin bir yarısı, kendi kendine çalışarak uyumakta olan çocukları ürperterek yataklarından kaldıran bir elektrik süpürgesi mi istersiniz…
Yoksa tavana ruj ile yazılmış itham edici yazılar mı?
Üstelik hangi nedenle olduğu anlaşılamadan kırılan camdan, evin içindeki odalardan birine kurulmuş uçurtma ipi tuzağına kadar daha ne arasanız da mevcuttur hikâyede…
Dediğimiz gibi mevzu tamamen değişmiş ve filme farklı bir hareketlilik gelmiştir bundan böyle…
Fakat kesinlikle değişmeyen tek şey, Daniel de Oliveira ile Fabiula Nascimento’nun etkileyici performanslarıdır…
Yani ikili, bu bölümde de iyi oyunculuklarını sürdürüyorlar…
Elbette, çocukları Ciça ile Jaime’yi canlandıran Annalara Prates ve Marco Ricca ile Lara’yı oynayan Bianca Comparato’nun da haklarını yememek lazım…
Mevcut “bütçeye karşın”, mide bulandıran kan ve organ parçacıkları ile dolu görsel efektlerin de yeterince başarılı olduğunu söyleyelim…
Ve şapka da çıkartalım…
Bitirmeden ilave edeceğimiz son iki husustan ilki, filmin büyük bütçeli bir Amerikan versiyonun çekim hazırlıklarının yapıldığı söylentileri bulunduğu... Diğeri ise, her ne kadar tamamen katılmasak da, filme dair pek çok uluslararası profesyonel eleştirmenin değerlendirmelerinde, Sam Raimi’nin “Drag Me to Hell” i ne (2009) atıfta bulunulduğu biçiminde olanına…
Belki, yine klasik bir laf olacak ancak diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…
Sinema sanatına yaraşır; “emek ve bilgi verilerek” yazılmış bir başka kapsamlı yorumda yeniden buluşmak üzere, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “muhakkak bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 1 Ağustos 2020 günü saat 02.05’de yazılarak paylaşılmıştır...