"Biz" bize yaşarken geldik oyuna!
Yazar: Fırat AtaçGet Out ile seyirci ve eleştirmenler nezdinde ciddi başarı yakalamakla kalmayıp, kültürel bir fenomen de yaratan Jordan Peele, korku/gerilim sinemasında uzun süredir arka planda kalan toplumsal eleştiriyi türe geri döndürmüştü. 90. Oscar Ödülleri’nde En İyi Orijinal Senaryo Ödülü’nü kazanmaya kadar ilerleyen bir tık abartılmış ancak abartılması kabul edilebilir yolculuk, Peele’nin ikinci uzun metrajına olan merakı büyütürken, doğal olarak omuzlarındaki yükü de arttırdı. Son yılların en dahice kurgulanmış fragmanları, abesle iştigal ‘Yeni Hitchcock’ benzetmeleri, başyapıt kelimesinin ayağa düşmesinden mütevellit ister istemez kendini var eden yargı çeşitliliklerinden sonra Us’ı deneyimlemek, ‘bize kolay Peele’ye zor!
Yönetmenin The Twilight Zone hikayelerine olan takıntısının, filmlerine olan tesiri gözden kaçacak gibi değil. Dizinin yakın zamanda izleyeceğimiz yeni versiyonunda hem yapımcı hem de anlatıcı olarak yer alacak olan Peele, filminin temelinde alacakaranlık hikayelerine öykünüyor. Bu yapıya eklemlenen ev istilası ve kabusa dönen tatil temalarının varlığıyla bir çeşit egzersize dönen Us, öncülü kadar yenilikçi olmasa da ‘tek seferlik başarı’ tamlamasını Peele özelinde kullanamayacağımızı gösteren ciddi bir eğlence barındırıyor.
1986 yılında açılan filmde küçük Adelaide ile tanışıyoruz. Gözünüzde Jaws’ın geçtiği Amity Island’ı düşünerek canlandırabileceğiniz sahil şeridinde ailesiyle lunapark eğlencesine gelmiş bu küçük kız, ebeveynlerinden ayrılıp kaybolduğu dakikalarda kendini aynaların olduğu o deli işi konseptte buluyor. Burada gördüğü kendinden bağımsız hareket eden yansımasının yarattığı travma, aradan yıllar geçse de atlatılacak gibi değil.
Günümüze atladığımızda Adelaide’nin çekirdek ailesiyle aynı destinasyondaki yazlık evlerine gittiğini görüyoruz. Peele, ailenin fertleri ve bu fertlerin birbiriyle olan ilişkilerini, her birine dikkat kesilerek çok kısa sürede seyircisine aktarıyor. Yaptığı bu hamle ‘bir şeylerin yolunda gitmediğini hisseden’ Adelaide’nin korkularının gerçekleşmeye başlamasıyla değer kazanıyor. Evleri adeta kendilerinin ikizi olan kırmızı kıyafetli ‘onlar’la istila edildiğinde, hiç düşünmeden kaygılanmaya başlamamızın sebebi bu. İki ailenin yüzleşmesinin filmin tek güzergahı olduğunu sanmayın zira bu sadece bir başlangıç. Peele’nin elindeki oyuncaklar bu sefer daha fazla ve o da bu oyuncaklarla en uç noktalara gitmekten imtina etmiyor.
Filmin neredeyse yarısına tekabül eden ev istilası bölümünde yönetmenin ne menem yeteneklere sahip olduğunu bir kez daha görüyoruz. Peele’nin yönetimi, komedi geçmişini sos olarak katsa bile iğreti durmayan gerilim anlarında ciddi anlamda göz kamaştırıyor. Kamerasını, olumsuz istisnalara şans vermeden her daim en doğru yere koyuyor, yaklaşmakta olan tehlikeyi somutlaştırıyor. Kötü karakterleri iyi karakterlerin şeytani yansımaları olarak tasvir etmesi, tahmin edilebilir davranış kalıplarını yok ediyor.
Son yıllardaki en ciddi ‘diken üstünde durma’ bölümünü geride bıraktığımızda, filmin çapı büyüyor ve yaratılmaya çalışılan bir mitolojinin ilk safhalarına adım atıyoruz. Beklentimizi boşa çıkarmayan bir hamle bu ama mitolojinin sağlam olup olmadığı oldukça tartışmalı. Film, mekan ve içerik olarak daha büyük alana yayıldıkça yalpalamaya başlıyor. Peele’nin kafasındaki şeylerin Get Out’taki kadar spesifik bir temele dayanmamasını sebep olarak gösterebileceğimiz bu halin sonu gelmeyen enfes sekansları da beraberinde getirdiğini göz ardı etmemek gerek.
Peele, beynindeki hiçbiri kötü olmayan ama bir araya geldiklerinde raydan çıkan fikirleri üstümüze boca ededursun, biz de sayısız metafor arasından anlam katabildiklerimize tutunuyoruz. Hayatta her şeyi olanlar ve hiçbir şeyi olmayanlar arasındaki farkı alt tabakayı tünellere hapsederek bize geçiren film, ülkenin sadece dışarıya olan sınırlarıyla değil kendi içindeki sınırlarıyla da ilgileniyor. Özellikle Trump’ın göreve gelmesinden sonra iyice ayyuka çıkan yabancı düşmanlığına kafa yormadan önce, Amerikanların sivil savaştan beri birbirlerini öldürmeye ne kadar meyilli olduğunu hatırlamak daha mantıklı. Kötücül ikizlerin liderine sorulan ‘siz kimsiniz?’ sorusunun ‘biz Amerikalıyız’ diye yanıtlanması, verilmek istenen mesajı çok net anlatıyor.
Finalini bağlamaya çalışırken fazlaca açıklama yapması gereken film, bunu karakter ağzından dökülen bir motivasyon konuşmasıyla bize verince nur topu gibi bir hayal kırıklığı anına şahit oluyoruz. Hand Across America projesi, tavşan delikleri ve sınıfsal farklılıklara yapılan göndermelerle sona geldiğimizde mutlak bir başarıya tanık olmasak da ‘ne güzel bir yolculuktu ama!’ cümlesi dökülüyor dudaklarımızdan.
Şahsım adına; Us, günahlarıyla sevaplarıyla Get Out’tan daha iyi bir film. Daha korkutucu ve daha eğlenceli olmasının yanı sıra Peele’nin yönetmen olarak büyük bir adım daha atmasını sağlıyor. Senarist olarak attığı küçük geri adımı görmezden gelebilmemizin en büyük nedeni de bu.