Senaryosunu da, Mariko Minoguchi ile beraber yazan Tim Fehlbaum'un yönetmen koltuğunda oturduğu “Tides / The Colony”, "kıyamet sonrasındaki (post apocalyptic)" dünya görüntülerine sahip olan bir bilim kurgu gerilim olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, dünya prömiyeri 71. Berlin Uluslararası Film Festivali "Berlinale" de yapılan; bütçesine uygun görsel efekt ve yeşil perde teknolojilerinin etkili bir biçimde kullanıldığına tanık olduğumuz Almanya - İsviçre ortak yapımı bu filme biraz daha yakından bakalım...
İklim değişikliği, salgın hastalıklar ve savaşlar nedeniyle dünya yaşanılmaz bir hal alınca; yönetici elit, kaçarak bir "ötegezegen / exoplanets" olan Kepler 209'a yerleşerek Kepler Uzay Kolonisini kurarlar...
İki jenerasyon sonrasında ise, dünyaya geri dönüşün mümkün olup olmadığını öğrenmek için Ulysses Projesi başlatılır...
Zira Kepler 209'da neredeyse kolonide yaşayan herkes kısırlaştığı için doğurganlık çarkı sona ermiştir...
Yani bir anlamda kolonideki insan nesli, yok olma noktasına gelmiştir...
Fakat dünyaya dönüş görevindeki aralarında küçük Louise'in (Cloé Heinrich) babası astronot Blake (Sebastian Roché) ile Gibson'ın da (Iain Glen) bulunduğu ilk ekip, inişten kısa bir süre sonra kaybolur...
Bunun üzerine sıra Ulysses 2'ye gelir...
İkinci ekipteki üç mürettebattan komutan Holden (Hong Indira Rieck), stratosfer tabakasında yaşanan bir arıza sebebiyle iniş esnasında yere çakılan uzay aracında hayatını kaybederken ikinci komutan Tucker (Sope Dirisu) ayağını fena şekilde incitmiş ve böylelikle, gerekli araştırmaları yapma işi de, babasını da bulmak umuduyla bu uçuşa katılmış olan Louise Blake'e (Nora Arnezeder) kalmıştır...
Kapsülden çıkarak, yola koyulan ve bir kaç numune de toplayan Blake, ortamı basan sis neticesinde görüş açısı neredeyse sıfırlanınca; Tucker'ın fırlattığı havai fişeği takip ederek zemine sert iniş yaptıkları uzay kapsülüne doğru aniden seğirtir...
Ancak fırlatılan rengarenk havai fişeği fark ederek kapsüle doğru yönlen sadece Blake'in kendisi değildir...
Ve...
Blake ile Tucker, yaşamlarını; su ve çamurun içinde inatla sürdüren bir grup dünyalının eline esir düşerler...
Yakalandığı esnada, kendilerine verilen görevi yerine getiremez derecede göğsünden yaralanmış olan Tucker, boynundaki künyenin içindeki siyanür kapsülü ile intihar etmeden önce Blake'i; Ulysses 2'deki bütün cihazlar, (söz konusu Louise Blake'in babasınca adlandırıldığı ifadeyle) "çamur ahalisi" olan bir grupça tahrip edildiği ve böylelikle de Kepler 209 ile iletişim kanalları büsbütün kaybolduğu için Ulysses 1 kapsülünü bulmakla vazifelendirir...
Çünkü dünya gezegenin de, başta yeşillik olmak üzere diğer pek çok biyolojik unsur değilse de doğurganlık tamamen normal gibi görünmektedir...
Fakat bunun için ellerine esir düştüğü insanların içine attıkları kuyudan çıkarak kurtulması veya en azından kapsüllerindeki iletişim aygıtına ulaşması gerekmektedir...
Ama o da nesi?
Hem de küçük Maila (Bella Bading), Blake'e yardıma ikna olmuşken...
Kendisini esir tutan çamur ahalisi de, korsanı andıran bir başka grubun saldırısına uğramasınlar mı...
Çamur ahalisinden direniş gösteren kimileri öldürülürken özellikle de küçük kız çocukları tutsak alınarak götürülmüşlerdir...
Ortalıklarda izine rastlanmayan karakterlerden birisi de Maila'dır...
İşte bu durumda Maila'nın annesi Narvik (Sarah-Sofie Boussnina), kızını aramak amacıyla yola koyulurken Blake'de peşinden gider...
Eğer şansı yaver giderse Blake, korsanlarca kaçırılan Maila'yı kurtarmanın yanı sıra Ulysses 1 kapsülüne de ulaşabilecektir...
Dakika 40...
Geride sizleri, ardı ardına gelen farklı sürprizleri de bünyesinde barındırırken; gelmesi muhtemel bir devam filmine de göz kırpan, 64 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
Takılmayın siz o, bilim kurgu sinemasını; yüz milyonlarca dolarlık Hollywood ve Marvel prodüksiyonlarından ibaret zannedenlerin yaptıkları olumsuz yorumlar ile verdikleri düşük puanlara...
Keyifli seyirler,