“Le locataire / The Tenant / Kiracı”, senaryosunu Roland Topor’un “Le locataire chimérique” (1964) isimli romanından uyarlayarak Gérard Brach ile birlikte yazan Roman Polanski’nin yönetmen koltuğunda oturduğu zekâ ürünü bir drama…
Prömiyeri, 24 Mayıs 1976’da Altın Palmiye ödülüne aday olduğu Cannes Film Festivalinde yapılan ve 26 Mayıs 1976 tarihinde Fransa’da vizyona giren filmin, 7.7/10 (40.819 oy) ve 4.1/5 (10.000 oy üzeri) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 7.8/10 (32 yorum) olan Rotten Tomatoes ve 71/100 (12 yorum) olan yorum ortalaması nitelikli bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor gibi…
Ama biz yine de Polanski’nin ilk ikisi “Repulsion” (1965) ve “Rosemary's Baby” (1968) olan ünlü “Apartment Trilogy / Apartman Üçlemesi”nin bu son filmini, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak inceleyecek ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun için de her ne kadar üçlemenin en güçlü halkası “Rosemary's Baby” (1968) kadar olmasa da izleyeni sürekli tetikte kalmaya mecbur bırakan filmin ayrıntılı incelemesine geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, ufak bir gevşeme göstererek rehavete kapıldığınız ve böylelikle de Polanski’nin, özellikle de Trelkovsky karakterinin sürekli gülümseyen yüz ifadesi eşliğinde vermeye çalıştığı ipuçlarını kaçırmaya başladığınız an, ne yazık ki bu filmin artık sizin için bitmiş olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Zira aynı yıllarda Ankara ve İstanbul’da da Bruce Lee filmlerinin oynadığı sinema salonlarında Trelkovsky (Roman Polanski) ve Stella’nın (Isabelle Adjani) yaşadıklarına benzer görüntülerin yaşandığı sahneler ile filmin başkarakteri Trelkovsky’nin ısrarla Fransa’da Türkiye’deki filtresiz sigaralar Birinci ve Bafra’nın karşılığı olan mavi Gauloises Caporal sigarası içmesi filme kesinlikle laf olsun diye eklenmiş şeyler değiller…
Ki, bu üç “ciğer delen” in üçü de sigara kullandığımız lise ve üniversite yıllarımızda bizimde vaz geçilmezlerimizdendi…
Aynen intihar sonucu ölen Simone Choule karakterinin kilisedeki cenaze töreninde, rahip tarafından cemaate (mi yoksa yalnızca Trelkovsky’e mi?) hitaben söylenenler ile Trelkovsky’e her sabah takıldığı kafede sigara olarak “Gauloises Caporal” yerine sürekli olarak Simone’un da kullandığı söylenen “Marlboro” markasının dayatılması ve aynı Trelkovsky’nin sigara paketini açtıktan sonra jelatinini itinayla buruşturarak yere atması gibi…
Bu sigara jelatini ve boşalmış sigara paketlerini buruşturarak fütursuzca yere atma kültürü (yoksa şuursuzluğu mu deseydik) maalesef ülkemizde de sokakların çöplüğe dönmesine neden olmuş durumda…
Hâlbuki biz, 1992 yılında iş ve uluslararası bir konferansa katılım amacıyla gittiğimiz (o tarihte de) bisiklet yollarıyla meşhur olan Amsterdam’da, yere sigara izmariti atılmasının yasak olması nedeniyle değil de sırf yanımızdaki yabancı ülke vatandaşı arkadaşlarımızdan utandığımız için sokakta yürürken içtiğimiz sigarayı yerde söndürerek izmaritini cebimize koymuş sonrada tamamen bırakarak günde iki paket içtiğimiz 19. Yüzyıl artığı o meretten ilelebet kurtulmuştuk…
Şu ana kadarki bütün bu sıraladıklarımızın ve fırsat bulup da sıralayamadığımız daha pek çok şeyin film için hiçbir anlam ifade etmediğini söyleyebilmek, bize göre sadece Polanski sinemasından haberdar olmamakla mümkün olabilir…
Ancak filmde çok daha karmaşık olan bir durum var ki, o da aslında kimin paranoyak olduğu ile nelerin gerçek ve nelerin de hayal olduğu hususu…
Bu arada unutmadan söyleyelim, filme kaynak olan “Le locataire chimérique” isimli romanın Türkçe tercümesi de zaten tamı tamına “Hayali Kiracı” dır…
Umarız sırf bu bile sizde de ani bir şimşek çakmasına neden olur…
İşte tam da bu noktada, başta Polanski’nin kendisi olmak üzere Isabelle Adjani, Rufus ve Academy ödüllü Melvyn Douglas, Jo Van Fleet ve Lila Kedrova gibi isimlerden oluşan oyuncu kadrosunun performansına da kısaca bir değinelim istiyoruz…
Çünkü Polanski’nin kurgusu sayesinde bu kadronun sergilediği sıra dışı performans hepsini filmde şüpheli konumuna düşürüyor…
Hele bir de buna, filmin finalindeki o müthiş sürprizlerle dolu hastane sahnesi de eklenince, Ashley 'Ash' J. Williams karakteri üzerine yapışmış olan Bruce Campbell’ın,”En sevdiğim gerilim filmlerinden biri” biçiminde adlandırdığı böyle bir film çıkıveriyor ortaya…
Apartman Üçlemesinde yer alan filmlerin üçünü de daha önce birkaç kez izlemiştik…
Fakat bu filmin 1080p formatındaki yeni bir kopyası elimize geçince bir daha izleyelim ve filme dair düşüncelerimizi de dostlarımızla paylaşalım istedik…
İnanıyoruz ki, bu yorumumuz sayesinde, şu ana kadar bu filmi ve üçlemenin diğer filmlerini izlememiş olanlarda da bir merak uyandırdık
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda olduğu gibi yaptığımız açıklamalar sonrasında meraka kapılarak filmi izlemeye karar vereceklerin ağzının tadını kaçırmış olmamak adına “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; nitelikli film izlemeyi alışkanlık haline getirmiş olan sinemasever dostlarımıza, “Hollywood stüdyolarının Marvel evrenine sıkışıp kaldığı günümüzde Avrupa sinemasının Roman Polanski gibi yaşayan çınarlarının filmlerini de izleme listelerinizden eksik etmeyin” diye seslenerek kullanmak isteriz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde “İyi” kategorisine dâhil ederek puan olarak da 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de, eğer halen izlemediyseniz bu arşivlik Polanski filmine “mutlaka bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…
Son bir not:
Apartman Üçlemesinin, “Repulsion” (1965) ve “Rosemary's Baby” (1968) isimli filmlerini de yorum programımıza dâhil ettiğimizi duyurmak isteriz…