Ben bir martıyım..
Yazar: Duygu KocabaylıoğluMart ayı dert ayı derlerdi eskiler; 5 vizyon haftasına yayılan ve kapıdan baktıran mart ayında her hafta ortalama 7-8 film vizyona girerken, Hollywood gişe hitleri ve PR malzemesi yüksek yerli yapımlar haricindekiler tabir-i caizse harcanıyor, affola ama arada kaynayıp gidiyor. Hele ki geçtiğimiz sene festivalleri gezip, ‘sezon açıldığında’ aylarca kendisine vizyon yeri bulamamışsa, ‘sanat sinemasına’ pek kimse vizyonda şans vermiyor. İşte Erkan Tunç imzalı Martı filmi, mart ayının bu derdini paylaşmasın diye bunca kelamı ettim. Velhasıl niye ve nasıl çekildiğini anlamadığımız onlarca çöp yerli film içerisinde parmakla gösterilecek bir yapım var karşımızda.
Martı, televizyon ve sinemanın mutfağından gelen Erkan Tunç’un hem yönetmenliği hem senaristliği üstlendiği ilk uzun metrajlı filmi. Vizyona girdiği ay mart gibi, derdi olan, isteyene metaforlu, isteyene kör gözüm parmağına, 137 dakika gibi uzunca süresine rağmen gizemli hikayesiyle merak uyandırmayı başaran ve o merakı diri tutan bir film.
Sıradan gibi görünen taşralı bir çiftin, gayet klastrofobik bir tavuk çiftliğindeki oldukça sıkıcı hayatına dahil oluyoruz ilk bakışta. Her şey normal ve sıradan gibi görünse de, kısa sürede İzmir’e çok da uzak olmayan bu kırsalda, hikayenin dertleri de bir bir önümüze dökülüyor. Büyük şehrin taşralısının özeti gibi çizilen Yakup, yanında sessiz, sedasız bir düğüm olmuş karısı Mediha ile yuvarlanıp giderken, çiftliğe gelen yardımcı Ersin ve ‘onun karısı’ Nurgül, tavuk çiftliğinin ve Yakup-Mediha çiftinin evrenini ters-yüz ediyor. Eklemek gerekir ki Mediha ve Yakup çiftinin çocuk sahibi olamama çıkmazı, tıpkı tavuk çiftliğinin filmin ikinci yarısında saplandığı çıkmaz ile üst üste örtüşüyor adeta. Mekan tavuk çiftliği olmasına rağmen filmin politik açıdan pek suya sabuna dokunmadığını da eklemek lazım. Konuya dair bilmediğimiz bir saptamada bulunmuyor ama ölümlerin zamanlaması manidar!
Hikayede gelmeyen/gelemeyen doğum, beklenen ya da beklenmeyen doğum, bir o kadar her canlıyı bulan, saklandığı yerden çekip çıkartan ölüm -ki filmde doğumdan ziyade ölüm var aslına bakarsanız- temalarının ağırlığı Mediha haricindeki karakterlerin görece mizahi yönleriyle törpülenmiş. Baktığınız yöne göre dramı ağır basan, ama bir o kadar da trajikomik bir hikaye var karşımızda. Saftirik Yakup’a üzülürken, Mediha’yı anlamaya çalışıyor seyirci; bir yandan kasten pastellere bulanmış Nurgül’ün iç acıtan monologlarına, tiradlarına kulak verirken, Ersin’i üçkağıtçı olarak damgalamak çok kolay… Ama bakalım işin aslı öyle mi?
Filmin kadrosunda televizyon ekranlarının yıldız isimleri var ama esas mesele isimler değil, o oyuncuların rollerinde nasıl da alıp götürdükleri. Güldür Güldür Show’un en sevilen simalarından Onur Buldu’yu daha önce hiç bu kadar dramatik ve inandırıcı bir rolde seyretmemiştim açıkçası, fiziki değişimini de işin içine katarsak En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde gözden kaçmasına üzüldüm. Onu da komedisi dünyasıyla sevdik ama İrem Sak her dram ağırlıklı karakterinde kadın komedi oyuncusundan fazlası olduğunu ispatlayarak yolculuğuna devam ediyor.
Uzun lafın kısası, ‘festival filmi’ kategorisi handikapından ötürü gözden kaçmaması gereken, geçtiğimiz yılın kıymeti az bilinen yapımlarından biri var bu hafta vizyonda. Başka Sinema programında kaçmaması gerekenlerden ve kesinlikle sıkıcı değil, bol sürprizli, karakter dönüşümlü. Yeri geliyor tavuklar bile dönüşüyor, daha ne olsun…
twitter.com/duygukocabayli