Sarının gri tonu
Yazar: Banu BozdemirSarı Sıcak İstanbul Film Festivali’nde en iyi film ödülünü kazandıktan sonra; Antalya Film Festivali’nde en iyi film, yönetmen ve senaryo ödülü alan Mavi Bisiklet’i baz alarak, renk ismi koyunca kazanılan filmler diye bir ifade kullanmıştım. Mavi Bisiklet konusunda sonuna kadar vasat bir film olduğunu tekrarlayabilirim ama Sarı Sıcak’ta daha ifade bulmuş bir anlatım olduğunu telaffuz edebilirim. Aytaç Uşun’un başarıyla canlandırdığı İbrahim’in büyüme hikayesi diyebiliriz kısaca Sarı Sıcak’a… Usta yazar Yaşar Kemal’in aynı adlı eserinden esinlenilen ve aynı zamanda yönetmen Fikret Reyhan’ın çocukluğuyla bir yüzleşme taşıyan hikayede, fabrikaların arasında kalan bir tarlanın anlattığı hikaye de diyebiliriz Sarı sıcak için. Aslında günümüzde sanayileşmeye kurban edilen tarım kültürünün (kesinlikle sinemacıların el atması gereken bir konu) kendi içinde yarattığı dinamikleri de sorgulayan, acımasız bir sistemin çarkları içinde var olmaya çalışan bir ailenin dramı var. Baba faktörünün fazlaca despot olması ve İbrahim’in aldığı kararlarda bocalamasıyla sonuçlanan talihsizlikler…
Filmin atmosferi, dokusu konusunda bir problem olmadığını söylemek mümkün ama tekrarlı anlatım hikayenin boyunu kısaltıp filmi kendi içinde bodur bir ağaç kıvamına getiriyor ne yazık… Cenderenin içinden çıkmak isteyen bir genci sürekli durduran bir baba ve sermayeyi elinde tutmaya çalışan adamların sıkıştırmasıyla onların tehditleri arasında geçen hikayede hep aynı yere çıkıyoruz. Hayaller ve gerçekler. Bu da bir süre sonra hikayede aynı yere dokunuyoruz hissini çıkartıyor.
İlk filmlerle ilgili bir şeye de buradan yola çıkarak dikkat çekmek isabetli olur. Genelde ilk filmler yönetmenlerin yaşadıklarından, deneyimlerinden ilham aldıkları anılar, kareler oluyor. O yüzden bir yanıyla samimi bir algı yaratırken, ekleme ve tamamlama anları bir o kadar da sakil durabiliyor. Sarı Sıcak’tan bana yansıyan da bu oldu! O yüzden filmi teknik açılardan başarılı ama konu olarak bir çemberin içinde döner vaziyette buluyorum. Tabii filmin çekildiği toprakların Mersin civarları olması, biraz kabadayı kültürünün arada boy atması sebebiyle bir Yılmaz Güney yakınlığı sezilirken, İran filmlerindeki doğa-toplum etkisi de yok sayılamaz ölçüde.
Sarı Sıcak’ın neredeyse iki senelik bir festival yolculuğu var ve festivallerden iddialı ödüllerle ayrılıyor. Bu durum bende karşısındaki filmlerin güçsüzlüğü tezini yarattı, çünkü dediğim gibi Sarı Sıcak çarpıp geçen bir film değil, hoş birçok film öyle değil ama bu sanatsal ve içe doğru yapılan öfke patlamalarından biraz daha hareket bekliyorum. Herkesin de hikayesi içine doğru akmasın, seyircinin de bilenmeye ihtiyacı var diye düşünüyorum. Konu gerçekten iyi ama açılamıyor bir yandan da. Üretimin değişen yüzü, sermayenin değişen eli… Filmin geleneksel tarımla bezenen havasının yarattığı nostalji duygusu… Ve hepsinin tekrarlı algısı. Tosbağanın ters çevrilmesi ve işlerin tersine dönmesi imgesi, doğru ama yönetmenlerin hayvanlar üzerinden insanların duygularını parlatma haline son vermesi çok yapılan bir gösterme şekli. Yapılmasa daha iyi olur. Naçizane!
Fikret Reyhan’a eşlik eden ekibi gerçekten de başarılı bir iş çıkarıyor ve filmin ışığını yakmasa da ilk filminde Reyhan’ı gayet onore ediyor, geriye hikayelerin ışığa kavuşması kalıyor.