Hesabım
    Radyoaktif
    Ortalama puan
    3,4
    16 Puanlama
    Radyoaktif hakkında görüşlerin ?

    1 Kullanıcı eleştirisi

    5
    0 Eleştiri
    4
    0 Eleştiri
    3
    1 Eleştiri
    2
    0 Eleştiri
    1
    0 Eleştiri
    0
    0 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Turgay Buğdacigil
    Turgay Buğdacigil

    Takipçi 2.094 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    23 Kasım 2020 tarihinde eklendi
    Senaryosu, Jack Thorne tarafından Lauren Redniss’in “Radioactive: Marie & Pierre Curie, A Tale of Love and Fallout” (2010) isimli çizgi romanından uyarlanarak yazılan “Radioactive”, yönetmen koltuğunda Marjane Satrapi’nin oturduğu “biyografik” bir drama…

    Redniss’in filme esas teşkil eden ve toplam yedi bölümden oluşan romanı, Asya, Avrupa ve ABD’de yapılan çalışmaların yanı sıra bilim insanları, mühendisler, silah uzmanları, atom bombasından kurtulanlar ve Curie'lerin torunu ile yapılan röportajlar neticesinde oluşturulmuş olup kendine, çiftin “aşkları” ile “radyoaktif serpintiyi” ana tema olarak seçmiştir…

    Zaten kitabın adı da öyle…

    Ki, eleştirmen Jessica Schein’de, 2010 yılının Aralık ayında Amazon.com kitap listelerinin en iyisi seçilen, “pırıl pırıl” bulduğu bu biyografideki Marie ve Pierre Curie tiplemelerinin “şaşırtıcı” olduğunu da ifade etmiştir…

    Yani “basmakalıp (Cliché)” bir tekrar yok ortada…

    Elbette nükleer silahların yaygınlaşması, radyasyonun tıbbın hizmetindeki rolü, nükleer santrallerin durumu gibi hususlara da:

    Birinci Dünya Savaşı, Hiroşima 1945, Cleveland 1957, Nevada 1961 ve Çernobil 1986 gibi çok çarpıcı örnekler ile değinilmiş…

    O yüzden de filmde anlatılanları bu çerçeve içinde değerlendirerek yorumlamak gerekiyor…

    1934 Paris…

    Laboratuvarında baygınlık geçirerek hastaneye kaldırılan Marie Curie (Rosamund Pike), koridorda sedye üzerinde götürülürken “flashback” aracılığıyla caddede yürürken gerçekleşen “tesadüfi bir çarpışma” sonrasındaki Pierre (Sam Riley) ile ilk karşılaştıkları 1893 yılına gider…

    Tabii bu durum, ani bir “yıldırım aşkına” dönüşmez hemen…

    Daha sırada, Paris Üniversitesinde, laboratuvar kullanımı engellenmek suretiyle bilimsel çalışmalarına “takoz konulan” ve henüz Bayan Curie olamamış olan Marie (Marya) Skolodowska’nın Profesör Lippmann (Simon Russell Beale) ile girdiği fena bir tartışma faslı vardır…

    Marie bunun kendisine, Polonyalı ve kadın olması sebebiyle yapıldığını düşündüğünü söyler kız kardeşi Bronia Sklodowska’ya (Sian Brooke) …

    Bronia’nın tüm ısrarlarına karşın, “karakteri gereği” Profesör Lippmann’dan özür dileyerek “geri adım atmaya yanaşmaz” Marie…

    Üstelik de başvurduğu hiç kimse, projeleri ile ilgilenmezken…

    Yağmurlu bir havada çaresizce sokaklarda koşuştururken birdenbire kendini, Loie Fuller’in (Drew Jacoby) gösterisinde bulur Marie…

    Bu onun, Pierre ile bir kez daha karşılaşmasına vesile olacaktır…

    Pierre laboratuvarında Marie’ye bir oda verir ve birlikte çalışmaya başlarlar…

    Sahip oldukları mevcut ekipmanların Marie’nin çalışmaları için yetersiz olduğunu anladığı bir anda Pierre “malzeme” için onu, Paris’in en donanımlı hastanesine götürür…

    Fakat Marie’nin, çocukluk günlerinden kalma (“spoiler” olmasın diye ayrıntılarına girmeyeceğimiz) bir “hastane fobisi” vardır ve o yüzden de içeriye girmeyi asla kabul etmez…

    Neyse (hep alttan alan mütevazı bir profil sergileyen) Pierre kucakladığı gibi temin ettiği yeni bir cihazı laboratuvara getirir ve nihayetinde bizimkiler ortak da olurlar…

    Bir akşam çalışma arkadaşları Paul Langevin (Aneurin Barnard) ve karısı Jeanne’nin (Katherine Parkinson) evlerinde birlikte yedikleri hoş sohbetli bir akşam yemeğinin ardından, dışarıda yürürlerken aniden evlenmeye de karar verirler…

    Ve…

    Bisikletle yapılan, “onlarda etten ve kemikten oluşan bizim gibi insanlardı aslında” dedirten oldukça farklı bir balayında buluveririz kendimizi…

    Derken, Versailles’da daha büyük bir laboratuvarda çalışmaya başladıklarını görüyoruz…

    Bu arada Curie’lerin, Irène (6 yaşında Indica Watson – 11 yaşında Ariella Glaser) adındaki ilk kızları da dünyaya gelir…

    Ancak daha da önemlisi, dört yıllık çalışmalarının sonunda periyodik tabloya “polonyum – Po” ve “radyum – Ra” elementlerini eklemenin yanı sıra radyoaktiviteyi de keşfetmişlerdir…

    Dakika 30…

    Bizden bu kadar…

    Nobel ödülleri, ikinci kızları Eve (4 yaşında Isabella Miles – 11 yaşında Cara Bossom), felaketler, skandallar ve yeni başarılarla dopdolu olan filmin geri kalanı sizlerde olacak…

    Filmin en “sevimli sürprizi” ve hatta pastanın üzerindeki “çileği” bize göre, 18 yaşındaki Irène Curie’yi, sinemanın “hız kesmeden” yükselişini sürdürmekte olan değerlerinden Anya Taylor-Joy’un canlandırıyor olması…

    Bitirmeden son bir kez daha hatırlatalım:

    “Radioactive” kesinlikle, sadece Curie ailesinin bilimsel gelişim ve başarılarına odaklanılan bir National Geographic yahut da bir BBC belgeseli tarzında değil de aynı zamanda insan da olan Curie’lerin duygularına yer verilen bir drama olarak kabul edilerek izlenilmeli…

    Keyifli seyirler,
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top