Bir ileri, iki geri.
Yazar: Burçin AygünSinemanın en inişli çıkışlı kariyerlerinden birine sahiptir M. Night Shyamalan. Hint asıllı yönetmen ve senaryo yazarı, 1999 yılında başrolünde Bruce Willis’in bulunduğu 6. His filmiyle adını tüm dünyaya duyurmuş, ertesi sene daha olgun ve çekici bir yapım olan Ölümsüz ile tekrar kendine hayran bırakmıştı. Willis ise yine başroldeydi. 2001’deki İşaretler filmiyle bir kez daha korku türüne dönüş yapan Shyamalan, müthiş olmasa bile eli yüzü düzgün, kaliteli bir işe imza attı. Bazılarının finalini yerden yere vurduğu ancak sürpriz sonu da dahil olmak üzere iyi bir film olarak değerlendirilen Köy’ün ardından, Hollywood sineması anlayışından uzaklaştı. Sudaki Kız doğa üstü bir dramdı ancak korkup, heyecanlanmak isteyen seyirci için hayal kırıklığına dönüştü. Mistik Olay özünde basit ama iyi bir fikre sahip, uygulamada yer yer aksayan ancak toplamında gişe filmi olmak istememiş bir projeydi; pek beğenilmedi.
Ünlü bir anime serisinden uyarlanan ve belki de M. Night Shyamalan’ın en başarısız filmi olan Son Hava Bükücü ve üç yıl sonrasında gelen Dünya – Yeni Bir Başlangıç, yönetmenin tabutuna çakılan çiviler gibiydi. Lakin iki yıllık bir dinlencenin ardından karanlık mizah anlayışı ve rahatsız edici karakterleriyle gelen Ziyaret filmi, yönetmende halen iş var dedirtti. Son olarak 2016 tarihli Parçalanmış ise hem sağlam bir yapımdı, hem de Ölümsüz ile aynı evrende geçiyordu. Doğal olarak herkes projeyi üçlemenin ikinci filmi olarak gördü, final için gün saymaya başladı.
Ölümsüz’deki Mr. Glass’ın adını taşıyan (ancak pek de alakası olmayan) Glass maalesef Shyamalan’ın ‘bir adım ileri, iki adım geri’ düsturunun bir örneği. Sağlam kadrosuna, başarılı müziklerine, Sanat Yönetmeni Jesse Rosenthal’ın işçiliği ve özünde yatan fikre rağmen Ölümsüz ile boy ölçüşemiyor. Nitekim Ölümsüz, bazı çizgi roman aşıklarının gözünde halen ‘en iyi çizgi roman filmi’ olarak duruyor. Bir ÇR hikayesini beyazperdeye taşımak için illa ki baştan sona epik savaşlar, uzaylılar ya da kötü tanrılara ihtiyaç olmadan, o ruhu taşıyan güçlü bir hikaye yeterli gelebiliyor.
Gelelim hikayemize. Ölümsüz’de yol gösterici olarak tanıdığımız ancak finalde gerçek kötü olarak yüzünü gösteren Mr. Glass, gerçek adıyla Elijah Price (Samuel L. Jackson), insanüstü dayanıklılığa sahip olan Dadiv Dunn (Bruce Willis) sayesinde bir merkeze kapatılmış. Dunn ise farklı kahraman adları kullanarak suçlularla savaşmaya devam ediyor. Oğlu Joseph (Spencer Treat Clark) büyümüş, babasına destek verir olmuş. Bu arada Parçalanmış filminden hatırlayacağımız Kevin (James McAvoy), kişilik bölünmesinden muzdarip bir hasta olarak terör estirmeye devam edip, kontrolü ele geçirmiş en güçlü ve vahşi karakteri Sürü ile yeni kurbanlar avlıyor. David Dunn bir süredir peşinde olduğu Kevin’ı köşeye sıkıştırmayı başarıp tam işi nihayetine erdirmek isterken, polisler tarafından kuşatılıyor. Bu baskının ardında, kendini süper kahraman zanneden hastalar üzerinde çalışan Dr. Ellie Staple (Sarah Paulson) var. Böylece David, Kevin ve diğer karakterleri (bazılarını ilk kez bu filmde görüyoruz) ile doktorlarının görüşmeleri başlıyor. Yanlarında da katatonik durumda olan Mr. Glass.
Üçlemenin (şimdilik) finali olan Glass’ın en büyük derdi senaryosu. Yine Shyamalan tarafından yazılan metin, özellikle de karakterler için yazılan replikler oldukça basit ve hatta yer yer çiğ. Kendisi önceki bölümlerden bir haber izleyiciyi rahatça filme adapte etmek mi istedi bilinmez ancak kaleminden çıkan senaryo işi iyice basite indirgiyor. Sektörün en çok başvurduğu “aman seyirci anlamaz, biz 10 dakika önce izlediği sahneyi tekrarlayıp hatırlatalım” basitliğinden bahsediyorum. Birden çok sürprizle bizi şaşırtmak isteyen yapım en azından bir tanesiyle bunu büyük ölçüde başarsa bile, diğerlerinin çocuğa anlatır gibi sahnelenmesi, kör göze parmak da bir yere kadar dedirtiyor.
Sarah Paulson’ın bıktıran performansıyla izlediğimiz Dr. Ellie’nin yeni hastalarına “siz süper kahraman değilsiniz” hedefli grup terapileri filmde önemli yer tutuyor. Kişiler arasındaki atışmalar, Kevin’in hiç görmediğimiz bilinç altındaki diğer karakterlerinin olaya dahil olması ve Mr. Glass’ın uykusu. Filme adını verdiği düşünülen ancak aksine, aynen karakterin olduğu gibi ‘kırılganlık ve insanlar’ teması öne çıkarken, Elijah Price çoğunlukla bedenen sahnede duruyor. Keza Parçalanmış’ın hayatta kalan tek kurbanı Casey ve Elijah’ın annesi (Charlayne Woodard) aynı şekilde arka planda bekliyor. Genç Casey ile ne kadar yetenekli olduğunu kanıtlamış Anya Taylor-Joy’un hikayenin merkezine yakın tutulmamış olması kaçan bir başka fırsat.
Sağlam bir giriş yapıp heyecanı yükselten, yıllardır beklenen buluşmayı gerçekleştirip Ölümsüz aşıklarını mest eden Glass, ikinci yarıya geçişle birlikte vites küçültüyor, zaten başarısız olan diyalogların sakız gibi uzamasıyla ‘özel efekt değil, sağlam bir hikaye’ arzu eden izleyiciyi de üzüyor. Park alanındaki sahneler keyif verse de, oyuncu kadrosu genel olarak yüzleri güldürse de, bir filmin en önemli ayağı olan senaryo yetersiz kalınca yapacak pek bir şey kalmıyor.
Glass kötü bir film değil. Yönetmenin en kötü filmi kesinlikle değil. Ancak dahil olduğu üçlemenin en zayıf halkası demek zorunda bırakan, devamı gelmesi olası bir ‘geri adım’.
burcinaygun@gmail.com