“Stockholm”, senaryosunu da yazan Robert Budreau’nun yönetmen koltuğunda oturduğu biyografik bir drama…
Prömiyeri, 19 Nisan 2018’de Tribeca Film Festivalinde yapılan ve 12 Nisan 2019 tarihinde Amerika’da vizyona giren filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Ancak, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce yine filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, sadece Ethan Hawke ve Noomi Rapace’in performansları ve günlük yaşamda sıkça kullanılan “Stockholm Sendromu” kavramının tarihçesine şöyle bir göz atmış olmak için bile rahatlıkla izlenebilecek bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Ki, emin olun böylelikle bir miktar eğlenmiş de olursunuz…
Zira Robert Budreau, öyle bir kurgulamış ki filmi, dönemin İsveç Başbakanı Olof Palme dâhil olayın kahramanları ve “absürt” bulduğu bu gerçek olayın bizzat kendisini dahi bayağı bir karikatürize ederek anlatmış…
Hal böyle olunca da, sıkılmadan izlenilen hoş bir seyirlik çıkmış ortaya…
Öyle ki, Lars Nystrom’un (Ethan Hawke) hapisteki arkadaşı Gunnar Sorensson’u (Mark Strong) kurtarmak için başlattığı silahlı banka soygunu, bir süre sonra izleyiciyi de rehinelerle birlikte aynı sendromun içine alır bir olay haline dönüşmeye başlıyor…
Hani neredeyse finalde, olay esnasında canlı yayın yapan basının sorusu üzerine telefonda, "Ben asıl polislerden korkuyorum, burada gayet iyi vakit geçiriyoruz" diyen rehine Kristin Enmark gibi “Bu polislerin derdi ne, bu adamı (Lars Nystrom’u) ne diye attılar hapse?” diyecekmiş gibi hissediyorsunuz kendinizi…
Bu konuda psikologlar ne der bilemeyiz…
Fakat bütün bunlarla Robert Budreau’nun, “Stockholm Sendromu” kavramına değişik bir bakış açısı getirdiği çok açık…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda da olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; sinemasever dostlara “4 latas” (2019) filminin yorumunda olduğu biçimde, “Arada sırada bu tür hafif atıştırmalıklarla vakit geçirmek kimseye zarar vermez” diye seslenerek kullanmak isteriz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz puan ve yorumlara aldırmadan “bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,