Kahramanlarımızın olması mı önemli, özgür olmamız mı?
Yazar: Özden Sevgi DilerDC Genişletilmiş Evrenin geleceği hakkındaki belirsizlik her zamankinden daha şiddetli biçimde sürerken, Dwayne Johnson’ın yaklaşık on beş yıldır beklenen “Black Adam” filmi nihayet izleyiciyle buluşuyor. Johnson, Shazam filminde Black Adam karakterini canlandırmak için evet dediğinde henüz süper kahraman filmlerinin altın çağı yaşanmamıştı. Bu projenin askıda kaldığı yıllarda başta Marvel'ınkiler olmak üzere kahramanlar sinema endüstrisini ele geçirirken, Johnson da bir başka kahramanın filminde yan rolü üstelenemeyecek kadar büyük bir isim haline geldi. Hali hazırda merakla beklenen Black Adam solo filmi Dwayne Johnson’ın hayranların beklentilerini körükleyen açıklamalarıyla, DC filmlerinin kötü gidişatını değiştirme gibi bir misyon da üstlenmiş oldu.
“Black Adam” Johnson’ın iddia ettiği gibi oyunun kurallarını değiştirebilecek güçte bir film değil. Elindeki tüm potansiyele ragmen, süper kahraman filmleri üzerine yeni hiçbir şey söylemiyor, türe herhangi bir yenilik getirmiyor. Ayrıca DC filmlerinin geleceğinin inşa edilebileceği parlak bir başlangıç da sunmuyor. Film, bunlara rağmen, yalnızca eğlenmek ve görsel açıdan ilgi çekici aksiyonun keyfini çıkarmak isteyen seyircileri memnun edecek enerjiye sahip.
Bilgi yüklü açılış sekansı bizi Antik Mısır’ı anımsatan kurgusal Kahndaq şehrine götürüyor. Kendisine şeytani güçler verecek büyülü bir taç yapmak isteyen zalim kral, gerekli olan Eternium madenini bulmaları için halkını köleleştirir. Ta ki kendisine tanrısal güçler bahşedilen bir çocuk bu zülme karşı koyana kadar... Beş bin yıl sonrasında Khandaq halkı yine özgür değildir. Doğal kaynakları nedeniyle defalarca işgal edilen ülkede, bu kez Intergang olarak bilinen bir organizasyonun paralı askerleri hüküm sürmektedir. Askerler ve büyülü tacı arayan direnişçi akademisyen Adrianna (Sarah Shahi) arasında çıkan çatışma, Kahndaq’ın savunucusu Teth-Adam’ın beş bin yıllık uykusundan uyanmasını sağlar. Efsaneye göre, en umutsuz anda geri gelecek olan Kahndaq kahramanı halkı özgürlüğüne kavuşturacaktır, peki Teth-Adam gerçekten bir kahraman mıdır?
“Black Adam” merkezindeki anti-kahramanın ışığında, kahraman olmanın ne demek olduğunu, iyi ve kötünün sınırlarını sorgulama girişiminde bulunuyor. Ancak ne yazık ki bu sorgulamayı ve karakterleri derinleştirmek yerine, tercihini şaşaalı aksiyon sahnelerini birbiri ardına yığmaktan yana yapıyor. Gözünü modern dünyaya açtığı andan itibaren yoluna çıkan herkesi acımasızca öldüren Adam’ın karşısına, ahlaki açıdan belirsizlikleri olmayan “gerçek” kahramanlar yani Adalet Topluluğu (Justice Society) çıkar. Geçmiş hikayesini ve güçlerini tam olarak öğrenemediğimiz Hawkman (Aldis Hodge) önderliğinde bir araya gelen Dr. Fate (Pierce Brosnan), Cyclone (Quintessa Swindell) ve Atom Smasher’ın (Noah Centineo) görevi, dünyayı yok edebilecek güce sahip Adam’ı etkisiz hale getirmektir.
Yeterince iyi yazılmamış olmasına ragmen Aldis Hodge’un başarıyla canlandırdığı Hawkman, Adam’ı, kahramanların kimseyi öldürmeden adaleti sağladığı etik alana çekmeye çalışır. Hawkman kelimenin tam anlamıyla gerçek bir kahramandır ama Adrianna kendisine, neden yıllar boyunca işgal edilen Kahndaq’ı kurtarmaya gelmediklerini, neden içlerinden onlar için savaşan biri çıktığında geldiklerini sorduğunda buna verecek bir cevabı yoktur. Tabii ki Adrianna’nın bu çok önemli çıkışı da filmde herhangi bir derinlik kazanamıyor.
Adam’ın kendisini bir kahraman olarak görmemesi, geçmişindeki trajik hikayeyi öğrendiğimizde anlam kazanıyor. Diğer yandan film, şiddetin haklı ve adil olabileceğini bir dünya çizerek de Adam'a hak vermemizi istiyor. Dolayısıyla karakterlerin sorduğu “kahramanlarımızın olması mı yoksa özgür olmamız mı daha önemli?” sorusuna filmin verdiği cevap “bizi özgür kılacak kahramanlarımızın olması” oluyor ve bu yolda her şey mübah görülüyor. Adam’ın acımasızca katlettiği askerlerin herhangi bir kimliği olmadığı ve onları yalnızca “sömürgeci” (ama herhangi bir ülkeyi ima etmekten dikkatle kaçınan) Intergang’in kötü adamları olarak gördüğümüz için Adam’ın tarafını tutmak kolay. Ayrıca bütün DC filmlerinde, Superman de dahil olmak üzere, tüm kahramanların birilerini öldürebileceğini gördük. Dolayısıyla Black Adam bu tabloya Hawkman’dan daha fazla uyuyor ve geriye, çok boyutlu bir anti-kahraman yerine, sürekli tekrarlanan diyaloglarla kahraman olmadığını iddia eden bir DC “kahraman”ı kalıyor.
Film Black Adam’ın tanrısal güçlerini ve şiddet dolu doğasını havaya uçan, patlayan, yanarak yok olan insanlarla, kolayca imha ettiği savaş uçaklarıyla, havada yakaladığı roketlerle hemen tanıtıyor. DC evreninin en güçlü varlıklarından biri olan Adam’ın gücünü kavrayabilmemiz için çok önemli olan bu sahneler görsel olarak etkileyici bir şekilde yansıtılmış. Ancak bir süre sonra aksiyon sahneleri kendini tekrarlamaya başlıyor. Adam’ın kendisine karşı hiçbir tehdit oluşturmayan sayısız insanı yok ettiğini, birbirine çok benzer ve müzik seçimi konusunda tutarsız sahnelerde ardı ardına görmek bir noktadan sonra sadece sıkıcı ve yorucu.
Dwayne Johnson filmde oyunculuk anlamında yeni ufuklar keşfetmiyor ama Black Adam’ı karakterin hak ettiği ciddiyeti yansıtarak canlandırıyor. Adalet Topluluğu’nun gizemli bilge adamı Dr. Fate rolündeki Pierce Brosnan ise tüm karizmasıyla adeta rol çalıyor. Ne olduklarını tam olarak bilmediğimiz ama görsel açıdan çok etkileyici bir biçimde yansıtılan sihirli güçleri ve geleceği görme yetisiyle Dr. Fate filmin en akılda kalıcı yan karakteri. Ekibin genç üyelerinin hakkı ise yeterince verilmemiş. Atom Smasher gücü ve mizahi yönüyle kendisine ayrılan sınırlar dahilinde öne çıkarken, Cyclone neredeyse bir etkisiz eleman. Tabii filmin bir de esas kötüsü var. Adrianna’nın arkadaşı Ishmael (Marwan Kenzari), tacı ele geçirip şeytani güçler elde ettiğinde Black Adam ve Adalet Topluluğu düşmana karşı birleşiyor. Ancak bu karikatürize kötünün, filmin en zayıf kısmı olan üçüncü perdesinde, bir DC geleneği diyebileceğimiz bitmek bilmez CGI mücadelesine konu olmak dışında başka herhangi bir etkisi yok.
Neticede “Black Adam” yıllardır geliştirilen bir proje olarak değil de, sanki yıllar öncesinden hiç değişmeden çıkıp gelen bir süper kahraman filmi olarak noktalanıyor. Vadettiği gibi DC için büyük bir yenilik getirmiyor, farklılaşabileceği ve parlayabileceği noktaların üstüne gitmiyor evet, ama son yıllarda izlediğimiz diğer süper kahraman filmleriyle kıyasladığımızda yerden yere vurulmayı da hak etmiyor. Yönetmen Jaume Collet-Sera'nın kurduğu dünya, filme doğru beklentilerle giden seyircilere eğlenecekleri ve aksiyona doyacakları iki saati garanti ediyor. Bu arada filmin jenerik sonrasındaki sürprizi görmeden salondan çıkmayın!