“Housewife / Ev Kadını”; senaryosunu, Cem Özüduru ile birlikte yazan Can Evrenol’un, ilk filmi “Baskın” (2015) sonrasında bir kez daha yönetmen koltuğunda karşımıza çıktığı, İngilizce olarak çekilmiş uzun metrajlı bir sinema filmi…
Prömiyeri, 8 Eylül 2017’de L'Étrange Festivalinde (Fransa) yapılan ve 10 Ağustos 2018 tarihinde Türkiye’de vizyona giren bu korku – gerilim tarzındaki filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde, oldukça düşük bir bütçeyle çekildiği her halinden belli olan bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Ancak, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce yine bu filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, daha önce izlemiş (ve mecrada da yorumlamış) olduğumuz diğer Can Evrenol filmleri, “Baskın” (2015) ve korku antolojisi “The Field Guide to Evil” (2018) ın içinde yer alan “Al Karısı” isimli kısa film ile birlikte ele alındığında, kendisinin (en azından ısrarla “zorladığı” korku – gerilim kategorisi için) “umutsuz bir vaka” olduğuna ilişkin düşüncemizi iyice pekiştiren bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Evet, ne yazık ki Can Evrenol, gördüğümüz kadarıyla bütün filmlerinde, kafası çok karışık bir senarist ve yönetmen profili sergileyen bir isim olarak çıkıyor karşımıza…
Öyle ki, kesinlikle özgün bir sinema dili ve tarzı olmadığı gibi neredeyse aklına gelen (yahut daha önce izlediği ve etkisi altında kaldığı filmlerden aklında kalan) her şeyi kendi filmlerinde de kullanmak istermiş gibi bir ruh hali içinde olduğunu görüyoruz…
Tabii böyle olunca da, yüklükte istifli duran bütün metafor ve sembollerin, içine hesapsızca boca edildiği tatsız tuzsuz bir görüntü kalabalığı zuhur etmiş oluyor beyazperdede…
İşin daha da vahim olanı, kahramanlarına kan banyosu da yaptırdığı filmlerini izlerken bir an dahi olsa korku ile ürpererek heyecanlanmadığınız için hem ilerleyen sahnelerde olacakları merak etmeyi bırakıyor ve hem de bir süre sonra tamamen kopuveriyorsunuz filmlerinin bu katastrofik atmosferinden…
Muhtemelen çizdiğimiz bu olumsuz tabloyu çok karamsar ve hatta biraz insafsızca bulanlar da olmuş olabilir…
Ama maalesef sinemada işler yıllardır böyle yürüyor…
Hiç kimse, festival sarhoşluğu içinde hesapsızca yapılan övgüleri dikkate almıyor...
Bu yüzden de, “Hamama giren terler” misali, yorumladığımız film Can Evrenol’un değil de Steven Spielberg’in dahi olsa biz gördüklerimizi yazmaya, onlar da dinlemeye devam edecekler…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama bu söylediklerimiz ve sıraladıklarımız filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; “Baskın” (2015) filmi için yazdığımız satırları kısmen tekrarlamış olmak pahasına, yönetmenliğe heveslenen gençlere yönelik olarak, sinemadaki en zor kategorilerden birinin “korku” olduğunu ve dünyada, bu kategorideki başarılı yönetmen sayısının, (bizim favori yönetmenimiz Mike Flanagan dâhil) bir elin parmaklarının sayısını geçmediği bilgisini paylaşarak kullanmış olalım…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 1,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de, “kendinize izleyecek başka bir şey bulun” şeklinde olacak…