Senaryosunu, A. J. Finn takma adını kullanan Daniel Mallory'un Stephen King'in de, “Elinizden bırakamayacağınız nadir kitaplardan biri… Nefis ve ürkütücü.” biçiminde tanımladığı aynı isimli the New York Times'ın çok satanlar listesinde bir numaraya kadar yükselen romanından (2018) uyarlayarak Tracy Letts'in yazdığı “The Woman in the Window”, yönetmen koltuğunda "Pride & Prejudice" (2005), "Atonement" (2007), "Anna Karenina" (2012) ve "Darkest Hour" (2017)gibi filmlerden de tanıdığımız Joe Wright'ın oturduğu bir psikolojik gerilim olarak çıkıyor karşımıza...
Böyle olunca da bu filme, "olmamış" demek için geçerli pek fazla bir mazeret kalmıyor geriye...
Üstelik daha teknik kadrodaki, Academy ödüllerine 5 kez aday olan görüntü yönetmeni Bruno Delbonnel ve aynı ödüle müzik kategorisinde 4 defa aday gösterilen Danny Elfman ile aynı işi 4 Academy ödüllü "Birdman or (The Unexpected Virtue of Ignorance)"da da (2014) yapmış olan prodüksiyon tasarımcısı Kevin Thompson'ın varlıklarından hiç söz etmedik bile...
Ama yine de kimileri yorumlarında, özellikle de Joe Wright'ın kafasını gözünü yarmaktan uzak duramamışlar...
Elbette herkes kendisi bilir...
Şimdi gelin isterseniz filmimize biraz daha yakından bakalım...
Ayrıldığı kocası Edward "Ed" Fox (Anthony Mackie) ve babasıyla beraber kalan sekiz yaşındaki kızı Olivia "Livy" den (Mariah Bozeman) uzakta, Manhattan'deki kahverengi bir apartmanda tek başına yaşayan çocuk psikoloğu Anna Fox (Amy Adams), tıp literatüründe kısaca "evden çıkmakta zorlanmak" olarak bilinen agorafobiden mustarip olup, kendi psikiyatristi Dr. Carl Landy'nin (Tracy Letts) yazdığı ilaçları, yapmaması gerekmesine rağman şarap eşliğinde yutarak bütün gün kedisi Punch ile birlikte film izlemektedir...
Film izlemediği zamanlarda da yaklaşık on aydır sokak yüzü görmeyen Anna'nın yaptığı tek iş, daha da doğrusu merakı, aynen Hitchcock klasiklerinden "Rear Window" da (1954) olduğu şekilde, dairesinin ikinci kattaki penceresinden komşularını gözetlemektir...
Şimdi sıra, karşıdaki apartmana Boston'dan göçerek yeni taşınan Russell ailesindedir...
Pazartesi...
Russell'ların on beş buçuk yaşındaki oğlları Ethan (Fred Hechinger), çat kapı gelerek annesi Jane'in (Julianne Moore) gönderdiği vanilya kokulu hediye mumu getirir ve giderken de Anna'nın film arşivinden birkaç DVD ödünç alarak götürür...
Salı...
Cadılar Bayramı günü sabahı, Anna'nın alt katındaki bodrumda ikamet etmekte olan kiracısı David Winter (Wyatt Russell) ile tanışıyoruz...
Akşamında da, evini yumurta yağmuruna tutan mahallenin veletleri ve ardından da bunu gördüğü için yardımına koşan Jane...
Anna ile Jane birbirlerine hızlıca kaynaşırlar...
Derken kapı çalar...
Bu kez karşısında, aile üyelerinden birisinin kendisine uğrayıp uğramadığını sormak için gelen Alistair Russell (Gary Oldman) vardır...
Aldığı yanıt ise, hayır olur...
Çarşamba...
Anna, evinde biri olduğu şüphesiyle 911'i arar...
Ancak içerideki, kiracısı olarak evi tutarken Anna'ya müzisyen olduğunu söylediği halde ek işler de yapan David'tir ve para karşılığında Alistair tarafından tutulması nedeniyle de mutfakta bir maket bıçağı aramaktadır...
Aynı gün akşam saati Anna, Russell'ların evinden gelen bir çığlık sesi duyarak telefona sarıldığında karşısına Ethan çıkar ve ürkek bir ses tonuyla her şeyin yolunda olduğunu söylese de, şaşkınlık içindeki Jane'de kendini dışarıya atmıştır...
Bunun üzerine Anna, tam Russell'ları ciddi anlamda gözetime almışken, Ethan koşturarak gelir...
Perşembe...
Bu kez pencereden Russell'ların dairesinde gördüğü, bambaşka bir şeydir ve anında telefonla yeniden 911'i arar...
Dakika 36...
Bitti mi?
Olur mu hiç...
Bir ara kanlı bir "slasher"a da evrilecek olan ve bundan sonrasında kimin elinin kimin cebinde olduğunu kesinlikle tahmin edemeyeceğiniz, şaşırtıcı ters köşeler ile de dolu olan film, asıl tam da bu andan itibaren başlıyor...
Emin olun kalan süre içinde izleyecekleriniz, yukarıda isimlerini saydığımız karakterlerin arka plandaki gerçek kimlikleri ortaya çıktıkça, gerçekliği tartışmasız "tek bir olay dışında" her şey anlamını yitirmiş olacak...
Amy Adams'ın son derece mükemmel bir performans sergilediği, klostrofobik bir atmosfere de sahip olan "14 Mayıs 2021" tarihinde platforma dahil edilerek Türkiye'de de vizyona sokulan olan bu tek mekan Netflix filmini, olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan kaçırmamanızı öneririz...
Keyifli seyirler,