Başladığı gibi devam etseydi..
Yazar: Ali ErcivanBu sene Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı için seçilen 9 finalistten biri Hakaret (The Insult), Venedik Film Festivali’nde başrol oyuncularından Kamel El Basha’ya Erkek Oyuncu ödülünü getirmişti. Aslına bakarsanız, filmin başrollerinde müthiş performanslar veren iki aktörden birini seçmek, diğerine haksızlık. El Basha kadar, Adel Karam da ödüllük iş çıkartıyor.
Yönetmen Ziad Doueiri ise, önceki filmi The Attack’te olduğu gibi, yine çok zor bir meseleye el atıyor. O filmde, karısının hayatını kaybettiği saldırıda kurban değil, intihar bombacısı olduğunu öğrenen bir doktorun hikayesini anlatıyordu. Bu kez de Lübnan içindeki Hıristiyan toplum ve Filistinli göçmenler arasındaki çetrefilli ilişkiye eğiliyor.
Daha ilk dakikalardan seyirciyi avucunun içine almayı başarıyor Hakaret. Belediyenin basit bir çevre düzenlemesi işi için bir mahalleye gelen ekibin başında, seneler önce çatışmalar yüzünden kendi topraklarını terk edip Lübnan’a yerleşmek zorunda kalmış bir Filistinli olan Yasser var. Mahallede bir evin balkonundaki su giderini, proje kapsamında değiştirmeleri gerekiyor. Aslında ev sahibinin de işine gelecek, yararına olacak bir işlem bu. Fakat evin sahibi Tony, ülkesine sığınmış Filistinli Müslüman azınlığa karşı son derece önyargılı biri. Yasser’in etnik kökenini anlayınca da hemen ters bir tavır koyuyor. Böyle başlayan olaylar, iki adam arasında giderek artan bir gerilime sebebiyet veriyor. Yasser, üstlerinin telkiniyle durumu tatlıya bağlamak için Tony’yi atölyesinde ziyaret ettiğindeyse işler iyice bozuluyor. Tony’nin söylediği, yenilir yutulur olmayan bir laf, Yasser’in de buna karşı adamı yumruklaması, işlerin mahkemeye kadar taşındığı ve davanın tüm ülkeyi çalkalayan bir meseleye dönüştüğü süreci tetikliyor. Yasser ile Tony arasındaki çatışma, siyasal ve toplumsal bağlamı oldukça girift, az bilindiği için de çok etkili bir dramatik malzeme. Yalnız, film bu çatışmayı işlerken -bana kalırsa- temel bir hata yapıyor.
Hakaret filminin tam anlamıyla işleyebilmesi, seyircinin her iki karakterin de bakış açısına hak vermesiyle mümkün. Yasser’in de Tony’nin de kendi durdukları noktadan haklı olduklarına ikna olsak, tadından yenmeyecek bir film çıkar ortaya. Ancak Tony’nin en başından itibaren haklı bir tarafı yok, sadece Filistinli bir Müslüman olduğu için önyargılı davranıyor Yasser’e. Sadece bu sebeple zorluk çıkartıyor, kışkırtıyor ve bir de adamın ekmeğiyle oynuyor. Taraflardan biri haklı diğeri net olarak haksızken, ister istemez dramatik yapının dayandığı tek nokta da Tony’ye sinirlenip Lübnan’daki Filistin kökenli azınlığa üzülmekten ibaret. Bu da kısır bir alan, provokatif bir film malzemesi değil, bana sorarsanız. Ve bence yönetmen de bunun pekala farkında. Farkında ki filmin ileri aşamalarında Tony’nin mesnetsiz görünen önyargılarının aslında bir kökeni olduğunu açıklıyor. Ona da hak vermemiz ya da en azından anlayış göstermemiz için bir sebep sunuyor. Fakat açıkçası bu izahat için geç kalıyor.
Yaser’in bariz haklı olduğu haliyle de bu çatışmanın ve dava sürecinin öyküsü, güçlü bir film malzemesi olarak görülebilir belki. Gören var. Hoşgörüsüzlük üzerine ve Ortadoğu halklarının yaşamlarını yakından ilgilendiren bir problemi tanımak, anlamak Hakaret’i önemli kılıyor şüphesiz. Bu yüzden, yukarda dile getirdiğim itirazlar, göz ardı edilebilir zaaflar olarak sineye çekilebilir. Ancak bence görmezden gelmesi çok daha zor, başka bir sıkıntı var ortada.
Hakaret, ikinci yarısında bir mahkeme filmine dönüşüyor. Ve buna bağlı olarak bazı yeni karakterler öyküye dahil oluyor. Tony’nin avukatı, size sanki böyle bir karakteri daha önce başka bir yerde izlemişsiniz hissi verirse, ben aklıma gelen ilk örneği işaret edeyim: The People v. O.J. Simpson: American Crime Story’de Courtney B. Vance’e Emmy kazandıran Johnnie Cochran karakteri!
Ziad Doueiri, filmin bu bloğuna hazırlık için Amerikan mahkeme dizilerini etüt ettiğini saklamıyor. Fakat buradaki durum, esinlenmekten ziyade kötü bir taklit. Son derece abartılı bir oyunculukla perdede vücut bulan avukat, gerçekten Hakaret’i bir anda yerle yeksan edip komedi filmine çeviriyor. Yasser’in savunmasını yapan genç kadın ve onunla ilgili daha sonra ortaya çıkan büyük (!!!) sürpriz... Gerçekten kötü bir Amerikan hukuk sistemi dizisine hapsoluyoruz hep beraber ve bunu ciddiye almak zor.
İnsan, müthiş bir başarının böyle göz göre göre ıskalanmasına üzülmeden edemiyor. Hakaret, kalbindeki güçlü çatışmayla ilgi çekici, iki başrol oyuncusuna hayran bırakan ama potansiyelinin çok altında kalan bir yapım.
Twitter: aliercivan