Dört Köşeli Üçgen'in İstanbul Film Festivali'nde yapılan galasını az kalsın kaçırıyordum aslında. Taksim'e anca reklamların bitmesine 5 dakika kala varabildim ve gösterim ise Beyoğlu Sineması'ndaydı. Ve doğrusunu söylemek gerekirse, hayatımda hiç bu kadar hızlı koştuğumu hatırlamıyorum doğrusu. Ama nasıl olduysa filme ucu ucuna yetişmeyi başardım. Bu yazıyı da bu sayede yazıyorum. Bu arada filmin gösterimi esnasında, 200 kişilik salonda bulunan yaklaşık 150 kişinin filmde çalışan kamera arkası ekibinden ve oyunculardan oluşuyor olması bir hayli ilginçti. Şimdi lafı fazla uzatmadan, yazıya geçiş yapayım:
Salah Birsel'in yazmış olduğu tek roman olan Dört Köşeli Üçgen'in uzun metrajlı filminin yönetmenlik koltuğunda Mehmet Güreli oturuyor. Dört Köşeli Üçgen'in hikayesi, kendisine Gözlemci diyen ve etrafındakileri gözlemlemeyi bir iş olarak gören bu kişinin etrafında şekilleniyor. Film boyunca hayata ve insanlara dair Gözlemci'nin bakış açısını ve insanların ona karşı gösterdiği tepkileri görüyoruz kısaca.
Aslında daha önceden Dört Köşeli Üçgen kitabını okumamıştım, bu yüzden filmi izledikten sonra içeriği daha iyi kavrayabilmek için kitabı okumaya karar verdim. Salah Birsel'in yazdığı kitap Gözlemci'nin bakış açısından anlatıldığı için hikaye daha çok masalsı bir şekilde ilerliyor. Aynı zamanda kitap birden fazla sona sahip ve hikayenin finalinde Gözlemci'nin topluma ve hayata dair içerisine attığı bir "sessiz çığlığa" tanık oluyoruz.
Dört Köşeli Üçgen'in filmi ise kitapta yaşanan olayları -finali hariç- birebir takip etse de, kitapta sürekli altı çizilen olayların üzerine gitmek ve her şeyi Gözlemci'nin bakış açısından anlatmaktan ziyade, daha sade, akıcı ve gerçekçi bir içerik ile hikayeyi anlatmaya karar vermiş. Bu bakımdan Dört Köşeli Üçgen'in filmini, kitabından bir tık daha sevdim. Çünkü bu sayede filmde yaşanan durumlar daha anlaşılır bir hal alıyor. Üstelik Mehmet Güreli'nin yönetmenliği sayesinde sadece Gözlemci'nin gözlemlediklerini değil, aynı zamanda Gözlemci'nin kendisini gözlemlerken buldum kendimi.
Filmin görünümü çok yaratıcıydı. Bütün filmin siyah-beyaz bir şekilde çekilmiş olması, seyircinin ana karakterin kafasının içerisine daha rahat bir şekilde girmesini sağlamış. Üstelik siyah-beyaz filmlere karşı bir zaafım olduğundan, filmin hikayesine daha rahat bir şekilde izledim doğrusu.
İlk defa bir sinema filminde başrol oynayan Mustafa Dinç, Gözlemci rolünde harikalar yaratmış. Dinç'in zengin tiyatro kökeni sayesinde Gözlemci, ilk bakışta alışması zor birisi olmaktan son derece anlaşılabilir bir hal alıyor. Salah Birsel'in kitabındaki Gözlemci karakterine çok fazla ısınamamış olsam da, bu filmde gerçekten de çok iyi yansıtılmış.
Filmin zayıf yanları bakımındansa, hikayenin ilk yarısı ile ikinci yarısı gereğinden fazla bağımsızdı. İlk yarının tamamı Gözlemci'nin patronuna karşı hep dürüst davranması sonucunda patronunun bundan hoşnut olmaması ve iş arkadaşlarına karşı kendi felsefesini açıklamaya çalışmasından ibaretti. Ama ikinci yarıda hikaye bunların tamamını yok sayıyor adeta. Filmin ilk ve ikinci yarıları başlı başına oldukça iyi olsa da, hikaye bu bölümler arasındaki köprüyü çok sağlam kuramamış. Bu yüzden zaman zaman filmde çok ilgi duymak istediğim halde umursayamadığım ve gereğinden fazla uzayan bölümler de olmadı değil.
Dört Köşeli Üçgen, işlenişine dair bazı sıkıntılar yaşayıp genel anlamda sinemanın yeni kurallarını yıkmasa da, harika atmosferi, ilgi çekici ana karakteri ve yönetmenliği ile sıkılmadan izleyeceğiniz, farklı bir film. Kitabından bir tık daha iyi olan nadir filmlerden. Vizyona girdiğinde bir şans vermenizi tavsiye ederim.
PUANIM: 7/10