Her dergi ve gazetenin puanlama sistemi farklı olduğu için, Beyazperde, puanları 0.5 - 5 yıldız üzerinden, kendi barometresine göre vermiştir.
Basın Eleştirisi
Hurriyet
Yazar: Uğur Vardan
Benim için filmin en güzel sahnelerinden birinde Georg, göçmen çocuğu Driss’le top oynuyor. Ufaklık, Georg’un kaledeki yeteneklerine ithafen “Alman mısın? Almanlardan iyi kaleci çıkar” diyor... Sözün özü Petzold, ‘Transit’e futbolun geçmişten günümüze uzanan bir gerçeğini de iliştirmiş! ‘Victoria’dan da hatırladığımız Franz Rogowski’nin Georg’ta son derece etkileyici bir performans sergilediği yapımda François Ozon’un ‘Frantz’ından tanıdığımız Paula Beer de Marie’de, sade ve gizemli güzelliğiyle bir kez daha karşımıza çıkıyor. ‘Transit’, dertleri, vicdani yaklaşımı ve zaman zaman şiirselleşen anlatımıyla yılın en iyi yapımlarından biri. Geçmişten günümüze bazı meselelerin, insanlığın geçirdiği onca evreye rağmen pek değişmediğine ilişkin de bir hatırlatma... Kesinlikle kaçırmayın derim...
Eleştirinin tamamı için: Hurriyet
Birgün
Yazar: Cüneyt Cebenoyan
Nazi dehşetinden kaçan insanların arafta bekleme halinin sıkıntısı ve korkusu, bence filmin günümüzde geçiyor olması nedeniyle yeterince hissedilmiyor. Öte yandan bu korku dolu bekleme halini, bugünün Afrikalı göçmenleriyle ilişkilendirme çabası da çok zayıf kalıyor. Petzold, kostüme dramadan ve tarihi mekanları yeniden canlandırmaktan Lars von Trier’in Dogville’de uyguladığı yöntemle ya da benzeriyle kaçınsaydı keşke. Film benim için asıl, klasik Ödipal üçgen ya da bu vakada dörtgen kurulunca başladı. Casablanca’nın da klasik soruları olan kim gidecek, kim kalacak, kadını kim alacak soruları filmi asıl heyecanlı ve akılda kalıcı kılan. Ya da Georg’un Driss’le ilişkisinin alacağı şekil anlamlı. Psikanaliz bilgisinin şart olduğunu yineleyeceğim. Bu bilgiden yoksun olanlar, hikayede Driss ve Melissa’nın işlevini anlayamıyorlar. Keza Georg’un Marie’ye yönelik tek taraflı aşkı da anlaşılmaz kalabiliyor. Bitirmek lazım: Transit’i görün!
Eleştirinin tamamı için: Birgün
T24
Yazar: Atilla Dorsay
Birçok sürprize ve dramatik şoklara karşın, film giderek yoruculaşır. Hikayeyi izlemekse bulmaca çözmeyle eşleşir. Aşırı iddialı ve özgün bir film yapma çabası lehte olmamıştır. Ve aslında çok güzel bir hikaye, bence kitabın hakkını verememiş, olması gereken ve olabilecek başyapıta dönüşememiştir. Bir eleştiride bir sinemasever şöyle demiş: “Kitabın ana ögelerini alıp şekilsiz bir yığına dönüştürmüş. Bu sanki 600 kiloluk kıymanın, bir ineğin serbestçe uyarlaması olduğunu söylemeye benziyor. Ayni et olabilir, ama içinden hayat çekilip alınmış olarak!”. Biraz kabaca da olsa kitabın başına gelen işte böyle birşey. Ama siz görüp kendi kararınızı verin.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.
Hurriyet
Benim için filmin en güzel sahnelerinden birinde Georg, göçmen çocuğu Driss’le top oynuyor. Ufaklık, Georg’un kaledeki yeteneklerine ithafen “Alman mısın? Almanlardan iyi kaleci çıkar” diyor... Sözün özü Petzold, ‘Transit’e futbolun geçmişten günümüze uzanan bir gerçeğini de iliştirmiş! ‘Victoria’dan da hatırladığımız Franz Rogowski’nin Georg’ta son derece etkileyici bir performans sergilediği yapımda François Ozon’un ‘Frantz’ından tanıdığımız Paula Beer de Marie’de, sade ve gizemli güzelliğiyle bir kez daha karşımıza çıkıyor. ‘Transit’, dertleri, vicdani yaklaşımı ve zaman zaman şiirselleşen anlatımıyla yılın en iyi yapımlarından biri. Geçmişten günümüze bazı meselelerin, insanlığın geçirdiği onca evreye rağmen pek değişmediğine ilişkin de bir hatırlatma... Kesinlikle kaçırmayın derim...
Birgün
Nazi dehşetinden kaçan insanların arafta bekleme halinin sıkıntısı ve korkusu, bence filmin günümüzde geçiyor olması nedeniyle yeterince hissedilmiyor. Öte yandan bu korku dolu bekleme halini, bugünün Afrikalı göçmenleriyle ilişkilendirme çabası da çok zayıf kalıyor. Petzold, kostüme dramadan ve tarihi mekanları yeniden canlandırmaktan Lars von Trier’in Dogville’de uyguladığı yöntemle ya da benzeriyle kaçınsaydı keşke. Film benim için asıl, klasik Ödipal üçgen ya da bu vakada dörtgen kurulunca başladı. Casablanca’nın da klasik soruları olan kim gidecek, kim kalacak, kadını kim alacak soruları filmi asıl heyecanlı ve akılda kalıcı kılan. Ya da Georg’un Driss’le ilişkisinin alacağı şekil anlamlı. Psikanaliz bilgisinin şart olduğunu yineleyeceğim. Bu bilgiden yoksun olanlar, hikayede Driss ve Melissa’nın işlevini anlayamıyorlar. Keza Georg’un Marie’ye yönelik tek taraflı aşkı da anlaşılmaz kalabiliyor. Bitirmek lazım: Transit’i görün!
T24
Birçok sürprize ve dramatik şoklara karşın, film giderek yoruculaşır. Hikayeyi izlemekse bulmaca çözmeyle eşleşir. Aşırı iddialı ve özgün bir film yapma çabası lehte olmamıştır. Ve aslında çok güzel bir hikaye, bence kitabın hakkını verememiş, olması gereken ve olabilecek başyapıta dönüşememiştir. Bir eleştiride bir sinemasever şöyle demiş: “Kitabın ana ögelerini alıp şekilsiz bir yığına dönüştürmüş. Bu sanki 600 kiloluk kıymanın, bir ineğin serbestçe uyarlaması olduğunu söylemeye benziyor. Ayni et olabilir, ama içinden hayat çekilip alınmış olarak!”. Biraz kabaca da olsa kitabın başına gelen işte böyle birşey. Ama siz görüp kendi kararınızı verin.