Şiddetten çok gerçeklik duygusunun geçişi…
Yazar: Banu BozdemirSıfır Bir-Bir Zamanlar Adana dizisini izlememiştim, o yüzden pat diye önüme düşen Sıfır Bir filmiyle de çok ilgilenmedim aslında. Ama filmi izlemeye başlayınca yoğun şiddete rağmen, arka planlarda bir farklılık olduğunu belli etti film. Adana’da çekilen Benim Varoş Hikayem adlı belgesel de benzer bir gerçeklik damarıyla karşımıza çıkmıştı Hatta yönetmeni Yunus Ozan Korkut hakkında suçu ve suçluyu övmekten dava açılmıştı. Bu filmin yaş sınırı ne olacak bilmiyorum ama sürekli suça çekilen, iyi olmak için çabalayan insanları anlattığı aşikar. Filmi beğendiğimiz için sosyal medyadan ‘şiddeti öven, mafyatik’ bir filmi nasıl översiniz diye tepkiler geldi ama bizim övdüğümüz kısım şiddeti değil filmin sahici olması. Hiçbir falsosu yok. Aksiyonu da, oyunculukları da, dövüş sahnelerindeki detayları da uğraşılmış ve öyle seyirciye sunulmuş. Yani ben bunu seyirciye nasıl olsa yediririm duygusu yok, bu da filmi zaten farklı bir noktaya taşıyor.
Şiddete her daim karşıyım, zaten başka türlüsü düşünülemez. Ama bir yandan da orijinal dövüş teknikleri barındıran filmleri izlemeyi pek çok kişi seviyor. Uzakdoğu filmleri ve en son John Wick serisi. Şimdi oradaki şiddete laf etmeyip buna laf edersek yerelliğe laf etmiş oluruz. Film, bu kez İzmir’de geçiyor, İzmir’in karşılaşmadığımız farklı bir yüzünde! Adana’da kalanlar organize suça, şiddete devam ediyorlar ama İzmir’e gelenler hayatlarında temiz bir sayfa açmış. Ama mendil satan küçük kimsesiz bir kız olan Melek’in hayatlarına girmesiyle pis ve bitmeyen bir şiddetin içinde buluyorlar kendilerini. Film, bir yandan da bağımsız bir belediye başkanı adayını, onun kokain bağımlısı kardeşini, polis teşkilatından bazı kişileri de suç örgütüne ortak kişiler olarak gösteriyor. Yani yayılan pisliği bu şekilde ifade ediyorlar. Kötülükten gözleri dönmüş, küçücük bir kıza tecavüze bile yeltenen bu organize suç örgütüne karşı gelen Savaş, Cihat ve Azat’ın hikayesini izliyoruz filmde. Filmde normal anlar çok az kabul, sürekli silahlar patlıyor ve eline silah alan bir diğerini yere seriyor. İşte filmin farklılığı burada devreye giriyor. İyi bir yönetim var ki; Kadri Beran Taşkın imzasını görüyoruz. Diziyi de Beran Taşkın yönetmiş, kendisi Eskişehir Sinema Tv mezunu. Yaptıkları şey aslında farklı olduğu kadar risk de içeriyor. Şiddet, küfür birbiriyle yarışırken aynı zamanda filmin arka sonunda hep ahlaki bir fon asılı duruyor. Amatör ruhla sahicilik çok iyi oturmuş. Yani yaşanmış, sindirilmiş bir gerçekliğin perdeye yansımasını izliyoruz. O yüzden o kadar doğal yansıdığını düşünüyorum. Sanırım dizide de bütün başroller hayatlarını kaybediyordu, burada da aynısı oldu. Devamı gelecek mi diye konuştuk ama diziden beri devam eden bazı oyuncular öldü. Bir sonrası için başka bir formül var mı yoksa Sıfır Bir’in yolculuğu bu kadar mıydı?
Gelelim oyunculuklara. Oyuncu olmamanın, kendin olmanın avantajları görüyoruz bu filmde. Her şey doğal akışına bırakılmış. Sevinçler de üzüntüler de direkt yansıyor. Velhasıl Sıfır Bir; ne yaptığını bilen bir ekiple yapılmış, sahici bir iş. Sokak aralarındaki kaçma kovalamaca sahneleri de gayet iyiydi. Düğünler, annelerin tepkileri… Sonuçta yönetmenin izlediğim bir röportajının bir yerinde dediği gibi biz gerçek hayatlardan kesitleri koyduk ortaya, onları çektik diyor. Filmin bu kadar ilgi görmesinin ardında şiddetten çok gerçeklik duygusunun seyirciye geçişi var. Ve geçmişleriyle hesaplaşmanın ağır bedelleri.