“1922”; senaryosunu da, Stephen King’in roman (novel) değil, "Full Dark, No Stars" (2010) adındaki, dört kısa hikâyesinin (novella) yer aldığı seçkilerinden (collection) birinin içindeki aynı isimli hikayesinden uyarlayarak yazan Zak Hilditch’in yönetmen koltuğunda oturduğu ilgi çekici bir drama…
Senaryoya dair bu teknik bilgileri neden verdik?
Sırf; sinema sanatından bihaber trollerin, henüz filmi izlememiş olan insanları yanıltan SMS tarzı yorumlarına net bir yanıt olmak üzere...
Birbirimizi anlayabildiysek, hadi gelin devam edelim...
Yaşanan “felaketler zincirinin” kilometre taşlarını, Wilfred James (Thomas Jane) ve Harlan Cotterie (Neal McDonough) isimli “dik başlı” iki çiftçinin döşedikleri çokça can yakılan bu öyküde, 102 dakika boyunca “sindire sindire” devam eden ve nihayetinde de, normal bünyeleri derinden sarsabilecek nitelikteki bir karabasana dönüşen, gizem yüklü bir “gerilim fırtınası” ile karşı karşıya kalıyoruz…
Ki, zaten yüzde yüz oranındaki özgün yapısına karşın “1922”de de, aynen “The Shining” (1977) de Jack Torrance’a olduğu gibi “kafayı” (ilk önce) yine bir erkek karakter olan Wilfred James’e “sıyırttıran” (Hilditch ile beraber) King bu Netflix filminin, bir itirafname halini alan öyküsünü anlatma işini de, ona bırakmış…
Peki, neler mi yer alıyor bu “felaketler zincirinin” içinde?
Şöyle söyleyelim:
Cinayetten, intihara, ağzından burnundan fare fışkıran ölülerinden, suratları fareler tarafından yenilerek parçalanan insan cesetlerine kadar ne ararsanız mevcut…
Bir başka deyimle, “fareli köyün kavalcısı” gibi ortalıkta korku saçarak öylesine dolanan bir ölü dâhil, “Yok”, yok bu kanlı sarmalın içinde…
Hatta bir ara, daha masumanesinden ve daha da gencinden bir “Bonnie and Clyde” (1967) vari görüntüler serisi de çıkıveriyor karşımıza…
İşin olumlu olan bir başka tarafı da, başta (kadrodaki herkesten birkaç adım öne çıkan) Thomas Jane olmak üzere oyunculuk performanslarının da oldukça iyi olması…
Üstelik görsel efekt ve makyaj ekibinin, farelerin zuhur ettikleri sahnelerde çıkarttıkları iş de son derece sıra dışı…
Ancak “spoiler” vererek filmi henüz izlememiş olanların, canlarını sıkmamak adına filmin hikâyesine girmeyi hiç düşünmediğimiz gibi “kim, kimi öldürdü” yahut da “kim intihar etti” veya “kimin ağzından burnundan fareler fırladı” gibi hususlara da değinmeyeceğiz…
Zira biliyoruz ki, sıraladıklarımızın bu kadarı bile, şu ana kadar filmden haberdar olmayan türün meraklılarını ekran başına toplamaya yetecek ve artacaktır da…
Bitirmeden ilave edeceğimiz son husus, Stephen King’in, (kısmen “feminizm” olarak da tanımlanabilecek olan) “erkek egemen kırsal toplumlara” ilişkin eleştirel bakış açısının da gözlerden kaçırılmaması gerektiği biçiminde…
Belki, yine klasik bir laf olacak ancak diğer yorumlarımızda olduğu gibi “spoiler vermeden” yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu son derece özgün satırlar, filme ilişkin aydınlatıcı tespitler toplamımız olsun…
Sinema sanatına yaraşır; “emek ve bilgi verilerek” yazılmış bir başka kapsamlı yorumda yeniden buluşmak üzere, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de, olumsuz yorum ve puanlara aldırmadan, “muhakkak bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 7 Temmuz 2020 günü saat 12.15’de yazılarak paylaşılmıştır...