Pinokyo burnun nerede söyle bana!
Yazar: Banu BozdemirCarlo Collodi’nin hekesçe bilinen romanı Pinokyo; bu kez İtalyan sinemacı Matteo Garrone’nin ellerinde biraz karanlık ve yeni bir anlatımla karşımıza geliyor. Garrone, Gomorra ve Dogman gibi gerçekçi filmlere imza atmış değerli bir yönetmen. Tale o Tales filmiyle masallara olan zaafını belli eden yönetmene neden Pinokyo hikayesi diye sorabiliriz tabii. Gerçeklerle masallar arasında bir köprü kuruyor adeta Garrone. Güçlü bir görsellikle harmanlanan bu klasik hikaye, etkili bir makyaj çalışması ve masalların kendine has üslubunu başarıyla karşımıza getiriyor. Bildiğimiz hikayeyi izlerken; sanki ilk defa izliyormuş hikayeyi bilmiyormuş gibi bir merakla izledim. Bunda Geppetto ustaya hayat veren Roberto Benigni’nin varlığını da yabana atmamak gerek. 2002 yılında kendi yönettiği Pinoccho filminde Pinokyo’yu canlandırıyordu usta oyuncu. Bu kez rolü çocuk oyuncu Federico Lelapi devralmış.
Pinokyo’da içinde birçok mesaj ve referans barındıran hikayelerden. Aslında film aslına en uygun bir sıralamayla karşımıza geliyor ama yaratılan atmosfer duygusuyla bambaşka bir dünyanın içine çekiliyor gibiyiz. Yalan söyledikçe burnu uzayan ve acı deneyimler yaşayan, insanlara has kurnazlıkların farkında olmayan, saf bir ağaç kuklası olan Pinokyo'nun insan olduktan sonra sevinmesi bana çocukluğumdan beri hüzünlü gelmiştir. Olmasaydı daha iyi olurdu duygusu vardır içimde. Pinokyo hikaye boyunca insan olmayı, insan olmanın referanslarını öğrenir ve sonrasında insan olmaya hak kazanır. Oysa insanlar dünyası resmedildiği gibi karanlık ve iki yüzlüdür. Geppeto usta tüm bu olanların dışında elleriyle yarattığı Pinokyo’yu koşulsuz sever, her seferinde onu affedip, onu aramak için yollara düşer. Pinokyo’da sonunda onu takip ediyor neyse ki…
Filmin atmosferini biraz daha irdelemek gerekirse; Hollywood’un bu tarz filmlere olan yaklaşımından uzak, fakirlikle sınanmış ortamların ağırlığıyla hayatın içinden bir hikaye dokusuyla karşımıza çıkıyor. Çocukları ne kadar etkisi altına alacağı tartışılır ama büyüklere detayları irdeleyebilecekleri bir masal dünyasını aralıyor. Kedi ve tilkinin insan formunda karşımıza çıkıp ‘kurnazlık ve insanlık’ detaylarını bir kez daha hatırlatıyor bize. Mahkemede yargıcın masumların hapse atılıp, suçluların serbest bırakıldığını söylemesi de günümüze dair ne güzel önermeler ve örneklemeler taşıyor öyle değil mi?
Filmin burun uzaması detayının üzerinde durmaması da hikayenin gerçekçi dokusuna klişe anlar yapıştırmama isteğinden kaynaklı. Zaten filmin Pinokyo’nun karakter olarak referansı biraz acıtıcı, dobra ve hırçın. Yani Pinokyo sürekli kendi bildiği yolda bencilce adımlar atarken ve yanlışlarını tekrarlarken sanki yönetmen onu çocukların dünyasından uzaklaştırmak istermiş gibi bir durum yaratıyor. Sonuçta antipatik bir karakter Pinokyo. Söz dinlemiyor, ustasını üzüyor ve burnunu her işe sokuyor. Ve bu tekrarlı hal devam ettikçe Pinokyo’nun yanında yer almak zorlaşıyor!
Garrone bize her şeyiyle izlemesi keyifli, gerçekçi, acıtıcı, karanlık hatta karakterine yüklediği tutumla zorlayıcı bir Pinokyo dünyası sunuyor ve biz de keyifle izliyoruz.