Senaryosunu, aynı isimli kendi çok satan romanından (1980) uyarlayarak J. M. Coetzee’nin yazdığı “Waiting for the Barbarians”, Kolombiyalı Ciro Guerra’nın yönetmenliğini üstlendiği kariyerindeki İngilizce olarak çekilmiş ilk sinema filmi…
Hemen daha yorumumuzun en başındayken, bu muhteşem “edebiyat klasiğinin” yanı sıra, benzeri bir içeriğe de sahip olan Constantino Kavafis’in, enfes çevirisi ile Cevat Çapan’ın Türkçeye kazandırdığı “Barbarları Beklerken” şiirinden haberdar olmayanların filmden pek hoşlanmayacaklarını belirtmek isteriz…
Dünya edebiyatına, ucundan köşesinden şöyle bir bulaşmış olan hemen herkes bilir ki:
Penguin Books tarafından, “20. Yüzyılın Harika Kitapları” serisindeki, Franz Kafka, James Joyce, D. H. Lawrence, John Steinbeck, Graham Greene ve Gabriel Garcia Marquez’in kitapları ile birlikte basılan Coetzee’nin “Waiting for the Barbarians” ı, Nobel Ödülü komitesince, “politik bir gerilim” olarak tanımlanmıştır…
İşte filmin kendisini de bu “genel çerçeve” içinde izleyerek değerlendirmek gerekiyor…
Tabii bilinmesi gereken bir diğer husus da Güney Afrikalı olan Coetzee’nin bu kitabının, “ırk ayrımının (Apartheid)” halen geçerli olduğu yıllarda yazılarak basılmış olması…
Ki, dağlara sürülmeye çalışılan söz konusu bu “barbarlar” ülkenin gerçek sahipleriyken, güvenlik sağlamak bahanesi ile bu insanlara karşı terör uygulayanlar da ülkeye “zor ve baskı “yolu ile el koyan Avrupalı “sömürgecilerdir” …
Elbette bu durum bir tek Güney Afrika’ya özgü de değil…
Bunun, daha değişik versiyonlarının yıllarca sahnelendiği Amerika’sı, Kanada’sı, Avustralya’sı, Yeni Zelanda’sı var da var…
Fakat hiç fark etmez, yaşananlar hep aynıdır…
Hayali bir imparatorluğun resmedildiği bu (romanda ve) filmde:
Bir sınır kasabasını yönetmekte ve “bir eli yağda, diğer eli de balda” olan Yargıç (Mark Rylance) “iyileri”, bu kasabayı ve toplanan vergilere ilişkin hesapları teftişe gelen Albay Joll (Johnny Depp) ile Memur Mandel (Robert Pattinson) “zalimleri”, işkenceden geçen kız (Gana Bayarsaikhan) ise “mağdurları – barbarları” temsil etmektedir…
Elinden hiçbir şey gelemeyen yerel askerlerden (Harry Melling) ile Greta Scacchi’de (Mai) işin teferruatıdırlar…
Çekimleri Fas’ta yapılan filmin, isimlerini saydığımız bu oyuncularının tamamı, neredeyse oyunculuk dersi veren bir performans sergilemişler…
Mark Rylance, resmen döktürmüş…
Gözlerindeki gözlüklerle, ruhundaki karanlığı gizlemeye çalışan Albay Joll’u canlandıran Johnny Depp ile Robert Pattinson ise, tam “sopalık” …
Şimdi bu, “sopalık” da ne mi oluyor?
Yıllar öncesinin Yeşilçam filmlerinde, bu tür rolleri “itina” ve büyük bir “soğukkanlılık” ile oynayan Erol Taş, kendisi ile yapılan pek çok söyleşide, sinemaseverlerin sözlü ve fiziki saldırılarına uğradığını anlatırdı hep…
Türk sinemasının o büyük ustasını da anmış olmak için bu “sopalık” lafını kullanalım dedik…
Bize göre hikâyede dikkat çeken sahnelerin en başında, sömürgecilerin gerçekleştirdikleri zorbalık ve işkence şovlarına yerel halkı da dâhil ediyormuş gibi davranıp, aslında onları yalnızca “yolunacak ve tecavüz edilecek kazlar” olarak görmüş olmaları gelir…
Ne yazık ki günümüzde de ekonomiden tutun da aklınıza gelebilecek olan diğer her konuda ülkelere saldırılar düzenleyebilen hayali “dış mihraklar” olarak da adlandırılan bu “barbarlar”, aslında hiçbir zaman olmamıştır ve Kavafis’in şiiri de zaten:
“Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?
(Nasıl da asıldı yüzü herkesin!)
Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,
neden herkes dalgın dönüyor evine?
Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.
ve sınır boyundan dönen habercilere göre,
barbarlar diye kimseler yokmuş artık.
Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.”
Biçiminde sonlanır…
Keyifli seyirler,