Evet, yanlış okumuyorsunuz. Bugün eleştireceğim filmin adı Kötü Çocuk. Aranızda bilmeyenler olabilir, Kötü Çocuk oldukça popüler bir Türk gençlik romanı ve Alacakaranlık gibi gençlik kitaplarına çok benziyor. Ben şahsen bu serinin hiçbir kitabını okumadım çünkü Kötü Çocuk hakkındaki hiçbir şey umurumda değil. Peki bu filmi neden izledim? Açıkçası, bu filmi izleyeli neredeyse 1 ay oldu ve hala yazacak bir şey aklıma gelmiyor doğrusu. Vizyonda başka bir film olmadığından ve herkesin överek bitiremediği bu kitabın filminin nasıl olduğunu merak ettim. Ve filmden büyük bir şaşkınlık ile ayrıldım çünkü Kötü Çocuk, ince konusu, başarılı oyunculukları ve inanılmaz senaryosuyla birlikte son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden birisi. Desem yalan olur. Evet, film berbat. Durumun böyle olacağını biliyordunuz zaten. Fragmanı ve konusu hiç de ilgi çekici değildi çünkü. Ama ben burada filmin neden bu kadar kötü olduğunu anlatacağım.
Genelde eleştirilerimin çoğunu spoiler kullanmadan yazarım ama Kötü Çocuk filmi hakkında spoiler vermem gerekiyor. Eğer spoiler vermezsem, size filmin tam olarak nasıl bir etkisi olduğunu anlatamam. Bu yüzden filmin tamamını buraya yazmam gerekiyor. Filmin tamamını yazmazsam hiç içime sinmeyecek bu yazı. Eğer bu filme karşı herhangi bir ilginiz varsa ve spoiler yememek istiyorsanız, yazının son paragrafına gitmenizi tavsiye ederim. İşte başlıyoruz.
Filmin ilk 3 dakikası boyunca filmin ana karakteri Kayla, çocukluğundan gençliğine kadar neler yaşadığını seyirciye anlatıyor. Ama bu sahneler o kadar hızlı geçiyor ki, hem karakterle bir bağlantı kuramıyorsunuz hem de doğru düzgün bir şey anlayamıyorsunuz.
Bundan sonra film başlıyor. Kayla, "biyolojik gereksiz" diye tabir ettiği babasıyla birlikte yaşıyordur ve ondan nefret ediyordur. Tamam anladım, baban küçükken seni terk etmiş ama adama bari bir şans versen? Kayla hemen sinirleniyor ve evi terk edip okula gidiyor. Okulun ilk günü de aynı saçma düzeyde geçiyor. Neler oluyor dersiniz? Kayla, bahçenin kenarında bir bank görüp oraya oturmak istiyor. Sonra oradan geçen bir genç yanına geliyor ve yapıştırıyor cevabı: "Orası bursluların yeri, bizler oraya oturamayız." Sonra da yakışıklı çocuk Meriç'den biraz bahsediyor. Kayla da kalır mı öyle, o da bir şeyler söyler: "Aa! Aynı Edward Cullen gibi yani."
İşte filmin ilk sevmediğim kısmı bu. Alacakaranlık gibi diğer young-adult filmlerinin varlığını kabul edip bu filmin bambaşka bir iş olduğunu iddia etse de, aslında değil. Bu film onlardan bile kötü.
Sonra Saklı Cennetim adlı hareketli şarkının eşliğinde aşırı cool, fiyakalı, ateşli Meriç'in (!) slow motion şekilde merdivenlerden inip kızların ona hayran oluşunu görüyoruz. Kayla da Meriç'in ne kadar havalı bir giriş yaptığına dair şeyler söylüyor (sanki o şarkı okulda duyulmuş gibi). Sonra bir şeyler oluyor ve Kayla daha 1. dakikadan itibaren Meriç'e trip atmaya başlıyor ve birdenbire, durduğu yerde (nasıl olduysa artık) düşüyor ve Meriç'in kollarına yapışıyor. Az önce ne yaşandı böyle?
Sonra Kayla, Meriç'i okul dışında takip edip, Meriç'i umursamadığından bahsediyor (ama yine de peşinden geliyor?). Sonra Meriç bunu aşırı gizli, süper gizli, ultra gizli bir yere götürüyor ve sonra Kayla'yı birkaç adam sıkıştırıyor. Şansa bak! Meriç de aynı anda kaslarıyla bütün herkesi pataklamak için orada bekliyor!
Kayla eve gidiyor, babasıyla aşırı mantıksız bir tartışma yaşıyor. Babasının sorduğu "Neredeydin?" sorusuna "Sana ne?" gibi bir cevap veriyor işte anlayacağınız. Sonra Meriç, Kayla'nın odasından içeri giriyor ve onu dışarı çıkarıyor.
Bakın, filmin bu sahnesine çok güldüm! Meriç, Kayla'yı helikopter pistine çıkarıyor ve onun belinden tutup manzarayı gösteriyor. Bu sahneyi, hatta bütün bu filmi size şöyle izah edeyim: Alacakaranlık ve Grinin Elli Tonu filmlerini ilgi çekici kılan her şeyin alınıp hiçbir bütçe olmadan yerli bir şekilde çekilmiş hali Kötü Çocuk. Grinin Elli Tonu'ndaki helikopter sahnesi var ya? İşte, bu filmde de bütçe olmadığından ekibin yetindiği tek şey, manzara. Sonra da Meriç ve Kayla baş başa buz gibi helikopter pistinde yatıyorlar ve Kayla uykuya dalıyor (oraya helikopter inmediğine veya cırcır olmadığına şaşırdım doğrusu). Sonra da Kayla uyanıp sanki gökdelenin tepesindeki uçak pisti ile evi bitişikmiş gibi 1 dakika içinde eve varıyor.
Sonra bütün bu gizem devam ediyor. İşte "Meriç kimdir?", "Ne yapar?" gibi şeyler. Sanki bütün okulda dersler önemli değil de, her şey Meriç demek yani. Çok anlamsız! Uzun bir süre boyunca bu yaşanan olaylar birbirini takip ediyor.
Filmin bu noktasına kadar bir şeyin eksik olduğunu fark ettim. Her romantik gençlik filmlerinde olan bir şey: Aşk üçgeni! "İyi, hiç olmazsa o yok" diye düşündüğüm sahnede olan oldu. Selim karakteriyle bir aşk üçgeni oluştu. Bir o eksikti sanki! Bir de bu karaktere o kadar gereksiz sahneler verilmiş ki, koca filmde işe yarayan sadece 1 sahnesi var. O karakteri filmden çıkarmış olsalardı daha iyi olurdu çünkü Kayla'nın triplerini, bomboş tartışma sahnelerini ve de filmle hiçbir alakası olmayan 2 dakikalık bir basketbol sahnesini daha az görmüş olurduk. Ama kitap uyarlaması olduğu için artık bunları görmek zorundayız herhalde.
Bundan sonra filmle ilgili hatırladığım bir diğer şey, Kayla'nın hangi akla hizmetse evi terk edip Meriç'in yanında kalmaya gitmesi. Meriç de ıssız bir otel odasında yaşıyordur (sanki çocuğu polisler arıyor), kaslarıyla kapıyı açıp üstünü giyindikten sonra Kayla'yı da alıp koskocaman evine götürüyor. Ama arada fark var. Meriç'in dediğine göre bu ev "güvenli ev"miş. O zaman niye ıssız bir odada yaşıyorsun, direk orada yaşasan ya?
Kayla, Meriç'de kalıyor o akşam ve ultra romantik (!) bir şömine başında yakınlaşma sahnesinin ardından Kayla dışarıda yağmur yağdığı halde bütün pencereler açık yatıyor. Sırtının tutulmaması inanılmaz bir şey bu arada. Kayla uyandığında da Meriç'in onu bütün gece izlediğini anlıyor (Alacakaranlık, Grinin Elli Tonu'ndan alıntı değil elbette, tamamen orijinal bir sahne). Ve onun gizli bir yanını keşfediyor! Büyük şok! Meriç, aslında bir ressammış. İyi o zaman?
Bundan sonra film nihayet biraz babasına odaklanıyor. Babasının iyimserliğini ve kızıyla bir bağlantı kurabilmek için Kayla'nın annesinden fikir edindiğini görüyoruz. Kayla ise ona hala trip atmakla meşgul. Hiç mantıklı değil ki! Neyse, Kayla'nın babası Meriç'i bulmaya yola çıkıyor. Meriç de bu sırada aşırı havalı jipi ile drift atarken Kayla'yı aşırı slow-motion ile öpmekle meşgul. Meriç'le Kayla'nın babası arasında kavga çıkıyor, Kayla eve gidiyor.
Yalan söylemeyeceğim, koca film boyunca ilk defa bir sahneyi hoş buldum. O da Kayla ile babasının yan yana oturup, babasının Kayla'ya piyano çalmayı öğrettiği sahne. Kayla'nın tavırlarının hemen değişmesi aşırı saçma olmasına rağmen yine de hoş bir sahne olmuş. Ama bu duygu hemen yok oluyor tabii çünkü Kayla, Meriç'i kendi odasında buluyor.
Aklıma geldi bu arada, Meriç nasıl her seferinde Kayla'nın odasına girmeyi başarıyor? Çünkü Meriç bir sahnede "sıradan yolları kullanmadığını" söylemişti. Kayla'nın odasına açılan tek kapı da pencere. Hayır yani, Kayla penceresini bir sahnede kapatmış olsaydı Meriç nasıl içeri girecekti? Bacadan falan mı? Bence Kayla, daha iyi bir pimapen almalı.
Neyse, Meriç, Kayla'yı bir havuza götürüyor. Kayla ayrılmak istediğini, Meriç de artık işin çok geç olduğunu ve kendisinin ona tutulduğundan bahsediyor. Bütün bunlar hangi ara gelişti? Bu duygu değişimleri? Benim bilmediğim bir yönetmenin kurgusu falan mı var yoksa?
Kayla, bundan sonra Selim'le biraz vakit geçiriyor. Selim'e aşırı felsefik ama filmle hiçbir alakası olmayan bir şeyler söyledikten sonra Selim, Kayla'ya Meriç hakkında daha fazla bilgi edilebileceği bir site öneriyor. Tesadüfe bak! Koca film boyunca değil de son 30 dakikada mı bu söylenir? Bu arada evet, filmin bitmesine hala yarım saat var.
Kayla, internetten bilgiyi alıp Meriç'in katılacağı bir partiye gidiyor. Kayla, çok gizli bir şekilde (!) partiye girdikten sonra Meriç'i smokinle görünce afallıyor. Bu sahnede Meriç, kendisinin sadece o kişilikten ibaret olmadığını, gizli yanlarının olduğundan bahsediyor. Sonra da yurt dışına gideceğini söylüyor. Bunun ne anlama geldiğini biliyorsunuz değil mi? Bir devam filmi! (lütfen buna bir devam filmi çıkarmayın, yalvarıyorum
Kayla eve gidiyor, anne ve babasını bir arada görüp annesiyle yaşayacağını söylüyor. Sonra da ailesinin arabasını alıp yağmurun ortasında yola çıkıyor. Nereye? Meriç'e. Bu sırada ben de filmin bitmesi için saniyeleri sayıyorum artık. Bundan sonra filmin ilk 30 saniyesine geçiyor film. Filmin ilk 30 saniyesinde Kayla'nın bir yolu ağacın tıkadığını gördükten sonra arabadan inip ormanda mahsur kaldığını görüyoruz.
Bu sahneden sonra Kayla, üzerine düşen ağaç yüzünden ölüyor. Yani, keşke böyle bir şey olsaydı. Ama bunun yerine en klişe, en rezalet şey oluyor: Bir şekilde hala ayrılmamış olan Meriç, Kayla'yı bütün bu yağmurun ve ormanın ortasında köpeğiyle buluyor ve eve götürüyor! Yaşasın! Bunu hiç beklemiyordum doğrusu! Film bitebilir mi artık?
Hayır, çünkü görünüşe göre hala 5 dakika var. Kayla, Meriç'in evinde uyanıyor. Meriç'in onu çizmiş olduğu tabloları görüyor, sonra da pencereden baktığında Meriç'in manzarayı izlediğini görüyor. Kayla, Meriç'in yanına gidiyor, Meriç ona gitmeyeceğini çünkü kalbini ona kaptırdığını söylüyor, sonra öpüşüyorlar ve kamera 360 derece döndüğü sırada kadrajdan uzaklaşıyor. Ve nihayet ama nihayet film bitiyor!
Peki bu filmden anlayacağımız şey ne? Hoş olan 1 sahnesi ve birkaç manzarası dışında Kötü Çocuk, hayatımda gördüğüm en kötü filmlerden birisi. "O kadar kötü ki, izlemesi çok komik" gibi bir kategoriye girse de bu filmi bir daha izleyeceğimi hiç sanmıyorum. Oyunculuklar berbat. Hiçbir karakterle bağlantı kuramıyorsunuz. Özellikle de Afra Saraçoğlu'nun bulunduğu her sahneden nefret ettim. Senaryo rezalet! Grinin Elli Tonu ve Alacakaranlık'ın birebir kopyası, sadece daha kötü. Bunu diyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama Alacakaranlık'dan ve hatta altını çizerek söylüyorum, Grinin Elli Tonu'ndan daha kötü bir romantik film izleyeceğim aklıma gelmezdi. Ama Kötü Çocuk, bu konuda imkansızı başarıyor. Filmin kitabını okuyanlar için de söylüyorum, film bittikten sonra salondaki birkaç kişiye filmin nasıl olduğunu sordum ve herkes filmin kitabıyla hiçbir alakasının olmadığını söyledi. Eğer Grinin Elli Tonu ve Alacakaranlık'ı sevdiyseniz, bu filmi de herhalde seveceksiniz. Ama bunun dışında herkes için şunu söylüyorum: Kötü Çocuk kimseye hitap etmeyen, sırf para kazanmak için çekilmiş, bomboş bir film. Hayatımda gördüğüm en kötü filmlerden birisi. Sakın izlemeyin.
FİLMİN İYİ YANLARI:
+ 1-2 manzara ve 1 ufak sahne biraz hoştu.
FİLMİN KÖTÜ YANLARI:
- Oyunculuklar.
- Alacakaranlık ve Grinin Elli Tonu filmlerinin bir çakması gibi hissettiren aşırı zayıf bir senaryo.
- Sürekli bir erkeğe ihtiyaç duyan, zayıf bir kadın karakter.
- Sürekli tekrara bağlayan müzikler.
- Hiçbir karakterle bağlantı kuramamanız, her şeyin yapmacık hissettirmesi.
- Yine bir aşk üçgeni.
- Süresinin gereğinden çok daha fazla uzun olması.
- Sonunun bir devam filmi çıksın diye havada bırakılması.
TOPLAM PUAN: 0/10