Sarsıntılı ve sarsıcı bir büyüme öyküsü…
Yazar: Duygu KocabaylıoğluMart ayının son vizyon haftasında ülkemizde rötarlı olarak gösterime giren Norveç yapımı, bol ödüllü ve de ülkesinin Oscar temsilcisi olan Thelma’yı standart bir yazıyla incelemek filme haksızlık olur düşüncesindeyim. Baştan belirteyim ki bu yazı yer yer filme ait sürprizbozan/spoiler olan ifadeler içermektedir; filmi henüz izlemediyseniz hevesinizi kaçırmayalım.
Thelma, aslında sinemasını iyiden iyiye tanıdığımız bir Kuzeyli ismin Sessiz Çığlık, Oslo, 31 Ağustos ve Tekrar filmlerinin yönetmenin Joachim Trier imzasını taşıyor; senaryoda ise geçtiğimiz yıl ilk uzun metrajlı filmi Körlük ile yönetmen koltuğuna geçen, Trier’in tüm filmlerinde adını gördüğümüz dostu, yürütücü yapımcısı ve senaryo ortağı Eskil Vogt’un da parmağı var ki, Trier de Körlük’ün yardımcı yönetmenleri arasındaydı... Şahsım adına, 2015 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan ve bir başka sorunlu aile hikayesi olan Sessiz Çığlık’ı pek övemesem de, “Oslo 31 Ağustos” filmindeki ‘durağan etkileyiciliği’ göz ardı etmemek gerek. Trier, bu son filminde ise bir büyüme hikayesini, doğaüstü elementlerle ve yeni muhafazakar Hristiyanlıkla harmanlayıp, vatandaşı olmak için hayaller kurduğumuz Kuzey Avrupa’dan esrarengiz ve ürkütücü bir aile portresi çıkartıyor.
Thelma, üniversitede okumak için başkent Oslo’ya gelen, yalnız bir gençtir. Ailesi şehre oldukça uzak ve kapalı bir ortamda yaşayan Thelma, Oslo’daki yeni sosyal ortamına uyum sağlamak isterken ailesinden aldığı muhafazakar yaşayış kalıpları karşısında bocalar, irili-ufaklı her yeni deneyimi onda suçluluk duygusunu kamçılar. Zira küçük yaşından itibaren yüreği sevgiden ziyade ‘Tanrı korkusu’ ile doldurulmuştur…
Trier, Thelma’nın Tanrı korkusuyla engel olmaya, set çekmeye çalıştığı cinsel dürtülerinin karşısına epileptik olmayan nöbetleri koyarak, bastırılmış/bastırılan cinsel dürtünün hem psikolojik hem bedensel patlamasını cisimleştiriyor. Fakat bunu yaparken işin içine bir de doğaüstü, psişik ögeler ekleyerek karakterine ciddi anlamda boyut atlatıyor. Çünkü Thelma’nın kontrol edemediği psişik kuvvetlerinin sarsıcı etkisi, aslında geçmişlerindeki bir aile travmasına kadar geri gidiyor. Küçük kızlarından korkan aile onun güçlerini tanımasına ve kendisi olmasına fırsat vermeden ilahi bir korku mekanizmasıyla Thelma’yı hayat boyu kontrol altında tutmaya çalışıyor; ama gel gör ki bu çocuk kaçınılmaz olarak büyüyecek o steril, Orta Çağ ortamdan çıkacak…
Trier, dinin baskıladığı cinselliği kabuslardaki yılanlar, cama çarparak ölen kuşlar gibi metaforlarla görselleştirirken, filmin özellikle taşradaki aile evi sahnelerinde pastoral bir dil kullanıyor. Önceki iki filminde de Trier ile çalışan görüntü yönetmeni Jakob Ihre’nin gerek hava çekimleri, gerek sahnelerin içeriğine ters giden muhteşem dış mekan resimleri filmin seyir zevkini de katlıyor. Tabii tüm bu bileşenler içerisinde Thelma gibi zorlu bir karakterin altından başarıyla kalkan ve onun bunalımını, kendisini keşfederek dönüşümünü inandırıcı kılan genç başrol oyuncusu Eili Harboe’nin hakkını yemeyelim. Berlin Film Festivali'nde geleneksel olarak 10 Avrupalı genç oyuncuya takdim edilen Shooting Stars Ödülü’nün 2018 sahiplerinden biri olan Harboe, henüz 24 yaşına ve Thelma rol aldığı beşinci uzun metrajlı film.
Uzun lafın kısası, Kuzey Avrupa sinemasından mis gibi bir festival filmi örneği yine çok kalabalık bir vizyon haftasında meraklı seyircisini bekliyor. Bir büyüme seyirliği arıyorsanız 2017’nin abartılan Lady Bird’ü ile oyalanmayın, bu taraftan buyrun. Seyircinin bu yazıdan çok daha fazlasını bulabileceği Thelma haftanın gizli cevheri…
twitter.com/duygukocabayli