Ahlat Ağacı
Yaklaşık 3 saat süren, bana göre 10 üzerinden 9 puanı hak eden; birbirinden sinir bozucu karakter ve diyalogların işlendiği sanat filmi (...deniyor, ben sanattan pek anlamam ama en azından bilim kurgu, tarih, savaş, romantik vb. olmayan bir film). Gerilim filmi de denebilir, illa adam öldürmek değil sinir bozucu mu değil mi? Al sana gerilim.
Evimde 4K, Ultra HD, ses sistemi vb. olmadığından, filmi 3 boyutlu sinemada izlemediğimden (ki zaten 3 boyutlu sinema izleyicilerine hitap eden bir film değil, öyle bir gösterimi olduğunu da zannetmiyorum, neyse... ) filmi görüntü kalitesi, kameranın duruşu, çekim hataları gibi detaylarla eleştirme çabasına giremeyeceğim, olsa olsa belki böyle bir savunma çabasına girebilirim.
Şöyle ki; Çan’dan Çanakkale’ye giden otobüsün bir köşesinde unutulmuş ‘Sarıyer Mecidiyeköy’ tabelası olsa faraza o tabelayı bile görmezden gelebilirdim. Zaten günümüzde İstanbul Esenyurt’ta çekilip film Bursa’da geçiyor diye gösterilen dizi var bildiğim, kimsenin gıkı çıkmıyor maşallah.
Bazı eleştirilerde karakterlerin; içinde bulunduğu şartlara göre fazla felsefik ve uzun diyaloglarlara girdiğine değinilmiş. Sonuçta bu bir film ve izleyiciye filmdeki karakterler üzerinden duygu düşüncelerin aktarılması gerekir, “İdris hoca ne örüyon? İyi be sen nörüyon?” şeklinde sürüp giden bir filmi zannediyorum anca yönetmenin, oyuncuların hatırına sonuna kadar izleyip ki ,3 saatten bahsediyoruz; sonunda da filme, oyunculara, filmim geçtiği yere sövmeyecek az kişi olacağını tahmin ediyorum. Kaldı ki insanın cümle haline getirememesi o duyguları yaşamadığı anlamına gelmez, ben az kalsın yüksek lisans bitiriyordum ve bu cümlelerin onda birini kurmam, ağzına sağlık ne güzel ifade ettin modunda sonuna kadar izledim.
Sinan’ın sorusu karşısında Hatice bir an duraklar cevap veremez, nerdeyse hayal ettiği şeyin böyle bir şey olduğunu izleyicinin hayal gücüne bırakacakken sorunun tekrarında “Işıklı caddeler ve kalabalık sokaklar...” diye cevabı yapıştırır; orda gelecek cevap; o sessizliğin anlamı, kırsal yerde büyümüş, bulunduğu yerden sıkılıp bir arayışa giren için “beş para etmez” şehir koşuşturmasıdır, bundan iyi özetlenemezdi.
“Bezelye taneleri gibi, hepsi aynı. Hoşgörüsüz!” Sen de aynı hoşgörüsüzsün be Sinan! Bu arada bezelye ile ne alıp veremediğiniz var? Halbuki Mendel ne güzel ispat etmiş, bezelye taneleri üzerinden; hepimizin benzer, aynı zamanda da ne kadar farklı olduğumuzu.
Oyuncular iyi, uzun diyaloglara sıradan oyuncular izletmeyebilirdi kendini, hele ana karakter tam dayaklık bir karakter olduğu halde popüler bir yüz olunca insan ondan yana oluyor haksız eleştirilerine de göz yumuyor zaman zaman.
Sahnelerden kısa kısa, spoiler içerir:
Yazar Süleyman kalkmak için hamle yapar sonra bu diyalogun artık uzayıp gideceğini anlamış gibi oturur, saldırgan bir eleştiri bombardımanı karşısında gardını almış vaziyette... atışmalar sürüp gider ve evet “Nobel Ödülü var gel al” deseler gidilmez, yeterdir artık. Olay artık vücuda sirayet ettiğinde kralı gelse tutamaz. Şahsen, az tanıdığım yapışkan insanların yolda alıkoyması sonucu ve böyle; bu son, gideceğim düşüncesiyle sabrın tükenmesi ve sonrasında gelen karın ağrısı, mide bulantısına, evde yatağa düşmece başıma geldiğinden yazarın ordaki tepkisini anlıyorum, anlatsan da anlamayacak bir sürü insan vardır biri de Sinan zaten. Bir yerden sonra insan görmezden gelmeyi öğreniyor, hatta bazen de görmezden gelindiğini... az tanıdığı birini görüp selam vermeden bir nevi bulaşmadan diyelim yola devam ettiği oluyor.
Hoca borcunu ödemiyor ve meslek karakter üzerinden bahis açılacak, resmen polemik yaparak hem meslektaşını hem başrolu bezdirdi, kimsenin dolaylı olarak konuyu “hoca olacaksın borcunu vermemeye utanmıyor musun” demeye getiremeyeceğini bir nevi ispatlamış oldu gerçi direk söylesen de ne utanır ne de borcunu öder o yol tamamen kapanmıştır, bize de o dışardan bir yerden tanıdığımız yarı peltek, ortam koşullarından olsa gerek kaşarlanmış tipin nefsini savunmasını bunu yaparken de her yol mübahtır tavırlarını izlemek kaldı. Köye 1 imam olacaktı sonuçta; sen ağa ben ağa buna kalır tabi, meslek üzerinden karakter eleştirisi de çok yapmamak lazım kanımca. “Zaten hepsi böyle falan... “ demek. Zaten çoğumuz öyleysek ve bir kısmımız da imam oluyorsa elbette şekil A’daki imam da oluyor, şekil B’deki öğretmen ve onu eleştiren diğer öğretmen de...
Neden hep imamlar kötü gösterilir tarzı bir yaklaşım var; imam burda biraz kaşar, borcunu vermemiş bir de yolda geçerken elma ağacına dadanmış olumsuz olarak bu iki hareketi var bir de kişilik olarak polemikçi, eşyaya düşkün vb. Borcunu sonra verip vermedi belli değil, yolda geçerken, haram bu, yabancının ağacı dese bu defa da abartılı bulunacaktı. Eşya kendine aitse kime ne, endişe etmesi doğal. Asıl bu kadar felsefe biliyorsa, arada bir ayet hadis falan da bildiğini söylüyor; bence o kadar da kötülenmiş denmez. Ayrıca kumarbaz öğretmen, telefondaki polis ne derece mesleğin yüz akı olduğu ortada...
Haftsonu, boş günde evde yalnız oturan arkadaş can sıkıntısıyla bir arkadaşını arar, aslında konuşacak da çok şey yoktur, boşluğu doldurmak için kendi ve mesleği hakkında ne kadar bizce önemsiz detay varsa anlatır durur, biz de her ne kadar ilgili değilsek de ilgilenmediğimizi çaktırmayız arada bir hala yaşıyor olduğumuzu gösterip verileri almaya devam ederiz, o konuşma sürer gider, iki taraf da sıkılmıştır ama telefon kapatılamaz bir türlü. Tekmenin adamın kafasına gelmesi “ihaihaniha” gelinen noktayı gösterir. Eğer konuşmacılardan diğeri dışardaysa yürüyorsa o da yürüyerek geldiği noktayı. Konuşma zorlukla sonuçlandırılır, bir daha uzun zaman aramamak üzere telefon kapatılır. Sanırım bu da arama maliyetlerinin düşmesinin kötü bir meyvesi bize, ne gerek var o kadar uzatmaya... Filmde de bir daha aramamışlar, gerçekte de öyledir.
Belediyede geçen diyalog; birine işin düşerse karşılaştığımız, işi yokuşa sürerken üstüne kibirlenmeli konuşmalar, konuştukça cahilliğin daha da açığa çıkması paranın veya makamın hatırına bunların görmezden gelinmesi sinir bozucuyken bir taraftan da tek kelimeyle “Hayır” cevabını hazmedemeyen insanlara karşı makam ve para sahibi insanın haklı çırpınışı olarak da görülebilir. Başkan, o kapıyı söküp atacağına kendini atsaymışsın! Memlekete o kapı kadar faydan olduğundan şüpheliyim.
Kum ocağı sahibi; Ana Brittanica koleksiyonu muhatabında bir hayal kırıklığı oluşturuyor ilk izlenim olarak ansiklopediyi gördükten sonra zaten ordaki başka kitapların da kıymeti kalmıyor. Yardım etmeyeceği gün gibi ortadayken üste çıkmaya saçma sapan bahaneler araması, kelime oyunları yapması ne kadar karaktersiz olduğunu gösteriyor. Yine adam gibi hayır diyemeyen bir o kadar da lüzumsuz konuşma enerjisi olan bir tip, bukalemun kılıklı! Günün siyasi durumuna göre şekilden şekile girmekten utanmayan... neyse film de çok fazla detaya girip de ifşa etmekten imtina etmiş sanırım. Çok da irdelememek lazım belki de.
Karakter üzerinden oyuncuya saydırmak doğru değil ama; Hazar (Hatice) iki sahnelik yerin var filmde illa suyunu çıkaracaksın, neyse ki kısa kesiyor yönetmen ve filmi kurtarıyor. Tarih kurgu kahramanlık diye Muhafız dizisi var erotik diziye dönüşmüş vaziyette, ordaki karakterin sayesinde, yani dizide sana eczacı, tarihçi, dövüşçü gibi üstün meziyetler verilmiş sen illa yataklara düşüp bel altı vuracaksın. Filmde başka kadın oyuncu da var, mesela Sinan’ın kardeşi; lisede tam en sıkıntılı dönem ön plana çıksa ordan bir sürü malzeme çıkacak. Biraz da popüler (güncel adı çıkmak, fizik görüntü vb.) olmayı kullanarak kadın oyuncuların ucuz yoldan öne çıkmaları mı diyeyim çıkarılmaları mı neyse... Sinan da saçma sapan; aşık oldum bu oyunu bozacağım triplerine girmeyip güzel giden senaryoya çomak sokmadan kendi yolunda gitmeye devam ediyor. Daha sıradan bir oyuncu pekala role uyardı, zorlama bir çaba gördüm orda. Onun dışında; etrafta gören olur endişesi, parmağındaki yüzüğü muhatabın gözüne sokması gayet doğal tepkiler. Hatta çoğu filmde bu tarz sahnelerde dünyadan soyutlanmış gibi oynarlar Adem’le Havva sanki başka kimse yok..., etrafı ara ara kollamak iyidir.
Safi spoiler;
İkindi ezanı için tarikat yurdunda kalmış olmaktan veryansın eden Sinan’ı davranır diye bekledim yok, ters köşe etti.
İranlı bir kaç popüler film var Nuri Bilge Ceylan filmleri tarzında hep gıcık olurum filmin sonu yoktur, izleyici ne uygun görürse artık, bu filmde de gidişattan mıdır 2 tane son olsa ne güzel olur diye düşünüyordum, ilk sonu görünce bu film böyle bitmemeli diğer ihtimal nerde diye bekledim. Aynen; iki farklı son var aslında, öyle de bitse olurdu.
Parayı kim aldı çıkmadı ya ortaya neyse...
Kitap masrafları için bir babalık bekliyordum yok maalesef, ama böylesi daha doğru olmuş, adamın karakteri o, kitabı okumuş olması bile önemli birşey. Sonuçta annesi ve kızkardeşi dahil kimse okumamış kitabı.