Bu akşam sırada, yönetmen koltuğundaki Sebastián Lelio’nun Naomi Alderman’ın aynı adlı romanından Rebecca Lenkiewicz ile birlikte sinemaya uyarladıkları bir film olan “Disobedience” var…
Asıl büyük çıkışını, 1 Academy ve 3 Berlin Uluslararası Film Festivali ödülü dâhil 27 ödüllü “Una Mujer Fantástica / A Fantastic Woman” (2017) ile yapan Sebastián Lelio’nun beşinci uzun metrajlı filmi olan “Disobedience”ın, IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic görünümleri oldukça pozitif…
Bir başka değimle; filmin, 74/100 olan Metacritic (38 yorum) ortalaması ile 26.697 oy ile ulaştığı 6.6/10 luk IMDB izleyici puanı ortalaması ve 7.2/10 ve 3.8/5 olan Rotten Tomatoes (205 yorum) ve (2.500 üzeri) izleyici puanı ortalaması fazlasıyla tatminkâr…
Ancak aynı şeyi, dünya prömiyerini 10 Temmuz 2017’de Toronto Uluslararası Film Festivalinde yapan 6 milyon dolar bütçeli filmin gişesi için söylemek pek de olası değil…
Öyle ki, ABD’de 24 Nisan 2018’de vizyona giren filmin, 11 Temmuz 2018 tarihi itibarıyla brüt gişe hasılatı sadece 5,6 milyon dolar olup 8 milyon dolarda takılıp kaldı...
Gerçi durum, bir çuval dolusu ödülüne rağmen, yine gişe özürlü olan “Una Mujer Fantástica / A Fantastic Woman” (2017) içinde çok farklı değildi…
Bu haliyle de Sebastián Lelio, yüzü gişede bir türlü gülmeyen bir yönetmen profili sergilemeye devam ediyor...
Bakalım şeytanın bacağını ne zaman ve nasıl kıracak?
Aslında gişede tutunamayan bu filmin:
Kâğıt üzerinde bakıldığında 1 Academy ve 1 Golden Globes ödüllü Rachel Weisz ile Rachel McAdams ve Alessandro Nivola’nın baş rollerinde oldukları oyuncu kadrosu, bırak fena durmamayı iddialı bile görünüyor…
Hele bir de kameranın arkasında, “This Is England” (2006), “The King's Speech” (2010), “Les Misérables” (2012) ve “The Danish Girl“(2015) gibi filmlerinde görüntü yönetmeni olan Danny Cohen’in oturduğu düşünüldüğünde…
Hal böyle olunca da, neredeyse evdeki hesabın çarşıya uymadığı bu gişe sonucu, insana gerçekten de biraz şaşırtıcı geliyor…
Sanıyoruz bunun nedenini, belki de çok bilinmezli nedenlerini anlayabilmek amacıyla filme biraz daha yakından bakmamız gerekecek…
Ama bunun için, “Yıllarca New York’ta yaşadıktan sonra haham olan babasının ölümü üzerine Londra’ya ailesinin yanına dönen Ronit” diye başlanan filmin hikâyesine, hiç ama hiç girmeyeceğiz…
Filmin daha ayrıntılı hikâyesini merak edenler IMDB ve diğer mecralardaki özetler ile “MatthewMc” tarafından yapılmış olan incelemeyi okuyabilirler…
Zira doğrusunu isterseniz, her zamanki gibi biz yine "ayın karanlık yüzüne" bakmayı tercih edeceğiz…
Nasıl mı?
Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, filme “homofobik” bir çerçeveden bakmak ve o şekilde yorumlamaya çalışmak son derece yanlış olur…
Bize göre Sebastián Lelio ve Rebecca Lenkiewicz’in asıl göstermeye çalıştıkları şey de bu değil zaten…
Onların tek derdi, Rav Krushka’nın cenazesi nedeniyle bir araya gelen insanlar aracılığıyla insan ve toplum hayatındaki düşünsel farklılıklara dikkat çekmek…
Bu farklılıklar, "dediğim dedik" şeklindeki uzlaşmaz çelişkiler halini aldığında kimi toplumlarda onarılamayacak fay hatlarına neden olurlarken filmimizdeki örnekte olduğu gibi hikâye Londra’da yaşandığı için birkaç ufak sıyrık ve morartıyla da atlatılabilmektedir…
Hem de söz konusu farklılık, dünyanın en katı kurallarına sahip dinlerinden biri olan Museviliğe mensup insanlar arasında yaşanıyor olmasına rağmen…
Peki, nedir filmde anlatılan bu farklılıklar?
1. Mensubu olduğu dini ve o dinin kuralları etrafında şekillenmiş gelenekleri hayatının merkezine oturtanlar,
2. Ronit gibi bir NewYorker olarak, fanatik bir hahamın kızı olmasına rağmen, dini değil de günlük yaşamın koşuşturmasını hayatının merkezine yerleştirenler,
3. Esti gibi mahalle baskısı ve çaresizlik nedeniyle, üstelik de farklı düşünsel ve cinsel tercihlerine rağmen, mensubu olduğu topluluğun dini kurallarına “boyun eğenler”…
İşte filmde anlatılmaya çalışılan “boyun eğmeme” yahut “biat etmeme” yani özgürce “seçme” hali tam da budur bilakis…
Gerek başta Rachel Weisz, Rachel McAdams ve Alessandro Nivola olmak üzere bütün oyuncu kadrosunun performansı gerek Danny Cohen’in kamerası ve gerekse de Sebastián Lelio’nun kurgusu nedeniyle büyük bir keyifle izleyerek arşivimize de dâhil ettiğimiz bu film için puanımız 3,5…
Bu filmiyle bir kez daha doğru yolda olduğunu gördüğümüz Sebastián Lelio, bu insan kalitesi ile pek mümkün olmasa da, umarız bir gün gişedeki talihsizliğini de yener…
İzleyecek herkese keyifli seyirler,