¨Geceyarısı olmadan eve gir ve hayatta kal...¨
Yazar: Murat Tolga ŞenBaştan yazıyorum; James Wan tarzı korku filmlerine yani görsel-işitsel şok efektlere ve hızlı cut’lara tav oluyorsanız Lanetli Konak’a hiç girmeyin ama eski usul korku sinemasına aşık sinemaseverlerdenseniz bu Konak’ta sizin için büyük bir ödül var.
The Lodgers, bir kırsal korkusu olarak müthiş bir şey başarmış. Bunun için biraz filmin hikayesinden bahsetmek zorundayım. Filmde ikiz kardeşler Rachel ve Edward’ın yaşadığı eve sinmiş şeytani bir varlık var, her gece ev bu varlığın kontrolüne geçiyor. Bu iblis tıpkı despot bir ebeveyn gibi ikizlere bazı kurallar koyuyor. Bunlar, geceyarısından sonra eve girmemek, eve yabancı birini almamak ve evden kaçmamak ki eğer ikizlerden biri bunu yaparsa diğerinin yaşamı tehlikeye düşüyor. İkizler de bu kurallara uygun olarak yaşamlarını devam ettiriyorlar ama Rachel köye gelen Sean adındaki bir gençle aşk yaşamaya başladığında işin rengi değişiyor. Aslına bakarsanız harika bir muhafazakarlık eleştirisi ve korku sineması bu tür mesajlar verdiğinde izlediğim şeye bayılıyorum. 80’ler slasherlarının, sevişen ölür, bakireler yaşar gibi aşırı muhafazakar alt metinleri günümüzde ters yüz edilerek eleştiriliyor ve bu çaba yine türün kendisine ait oluyor. Müthiş!
Hikaye bundan neredeyse 100 yıl önce geçiyor ve film, düşük bütçesine rağmen bizi başarılı bir şekilde o tarihe götürebiliyor. Bu kısımda görüntü ve sanat yönetmenliğinin üstün bir çabası var. Yönetmen Brian O'Malley de mum ışığında gösterilen bu dehşet hikayesine gecenin sessizliğini bozmamak istercesine sakin yaklaşıyor. Filmin tamamına sirayet eden yaylı enstrüman score’u seyirciyi asap bozucu bir karanlığa giderek yaklaştırıyor ve The Lodgers, dikkatinizi vermezseniz çabucak sıkılacağınız ama içine girerseniz tamamen ele geçirildiğiniz bir izleğe dönüşüyor. Bu da tipik bir İrlanda atmosferiği olsa gerek.
The Lodgers, eli yüzü düzgün klasik bir hayalet hikayesi... Bu filmi tanımlarken korkunç kelimesini kullanmak yerine ilginç bir hikayesi olduğunun altını çizmek isterim. Alıştığınız şekilde aşırı bir şiddet kullanımı ya da korkutma seviyesi yok ancak romantik bir hayalet hikayesi izletiyor ve bunun ne kadar keyifli bir şey olduğunu hatırlatıyor. Bu romantizm ya da melankoli bir El Espinazo del Diablo dozunda olmasa da izleyenin ruhuna geçiyor. Salondan korkmuş ya da dehşete kapılmış değil ama burulmuş olarak ayrılıyorsunuz. Sürekli önümüze sürülen basmakalıp işlerin yanında böyle bir filmin vizyona girmiş olması sevindirici. Korku sinemasında nüanslar büyük fark yaratıyor.
Başta da dediğim gibi; The Lodgers gotik korku sinemasında dahi tempoya alışmış seyirci için sıkıcı bir izlek olabilir ancak gizem hikayelerine meraklı ve sabırlı seyirci için oldukça keyifli bir deneyim, neredeyse bir ödül. Epey sömürülmüş bir alanda dahi orijinal fikirlerin çıkabileceğinin ispatı. Müthiş sinematografisi ve İkizleri canlandıran Charlotte Vega ve Bill Milner’ın oyunculukları da görülmeye değer. İyi seyirler...
murattolga@otekisinema.com