“Vox Lux”, senaryosunu, Mona Fastvold ile birlikte kaleme aldığı hikâyeden uyarlayarak yazan Brady Corbet’in yönetmen koltuğunda oturduğu bir drama…
Prömiyeri, 4 Eylül 2018’de Venedik Uluslararası Film Festivalinde yapılan ve 7 Aralık 2018 tarihinde sınırlı salon gösterimiyle Amerika’da vizyona giren filmin, 5.8/10 (16.789 oy) ve 2.8/5 (1.000 üzeri oy) olan IMDB ve Rotten Tomatoes izleyici puanı ortalamalarıyla 6.5/10 (250 yorum) ve 67/100 (39 yorum) olan Rotten Tomatoes ve Metacritic yorum ortalamaları, her ne kadar oylamaya katılan sayıları çok yüksek olmasa da, kendini izleyiciye sevdirmeyi becerememiş bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor gibi…
Yine de isterseniz 11 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen ve 1,4 milyon dolarlık bir hasılat rakamı ile gişeye çakılan bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle birde biz inceleyerek yorumlayalım, ardından da puanlamaya çalışalım…
Ancak, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, usta oyuncular Natalie Portman ve Jude Law ile yükselen değerler Stacy Martin ve Raffey Cassidy’in varlıklarına rağmen standart nitelikteki ortalama sinema izleyicisine, para ödeyerek sinema salonunda veya satın alarak DVD / Blu – ray aracılığı ile evinde izlemesi için geçerli tek bir neden dahi sunmakta başarılı olamayan filmlerden biri olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Film, ilk ikisi birer terör saldırısına da sahne olan “Yaratılış”, “Yeniden Yaratılış” ve “Final” isimli üç bölümden oluşuyor…
Anladığımız kadarıyla, senaryo ve hikâyenin de yazarlarından olan Brady Corbet’in kafası bayağı bir karışmış bu bölümleri ve filmin tamamını planlarken…
Hani neredeyse ne tür bir izleyici kitlesi için çekeceğine karar verememiş her şeyden önce…
Böyle olunca da filmi, içinde herkesin hoşlanacağı bir şeylerin de bulunacağına inandığı ortaya karışık bir meyhane mezesi tarzında kurgulamak istemiş (en azından girişte) …
Örneğin, Gus Van Sant’ın “Elephant” (2003) ını anımsatan şok bir terör saldırısıyla başlayan film, geleceğin pop yıldızı Celeste’in “Yaratılışını” yani “Genesis”i de, Hristyan bir rahibin yönettiği dini bir ayinde, “Yürü ya kulum” diyen yaratıcısının huzurunda ona şarkı söyleterek başlatmış…
Her ne kadar finalde, filmin anlatıcısı Willem Dafoe’nin ifadelerinden Celeste’e, “Yürü” diyenin çok daha farklı biri olduğunu öğreniyor olsak da…
Yani bu bölümde, terör kınanarak hangi görüşte olursa olsun hem herkes mutlu edilmiş hem de muhafazakâr Amerikalılar için “Oh” dedirten dini bir soluklanma da sağlanmış Brady Corbet tarafından…
Ki zaten biz de o yüzden, İnciller’de de bir bölüm olan (ve üç İbrahimi dinin temelini oluşturan) “Genesis” deyimini, başka hiçbir anlam arama gereği duymadan doğrudan “Yaratılış” olarak çevirerek kullandık yorumumuzda…
Eminiz Brady Corbet’in kafasındaki de bundan daha da farklı değildi…
Evet, değildi de…
İşte ne olduysa bundan sonra olmuş ve standart niteliklerdeki ortalama izleyici ürkütülerek kaçırılmış bu filmden…
Nasıl mı?
Şöyle ki, ardından gelen “Yeniden Yaratılış” bölümünde de, yine ilk bölümdeki gibi temsili olan ve bu kez Hırvatistan’da yaşanan bir terör saldırısı ile Amerika’daki 9/11 saldırıları vardı sırada…
Fakat buradaki “Yeniden Yaratılış”, işin merkezinde İnciller, kilise, rahipler vs. nin olduğu “İbrahimi” bir yaratılış hikâyesinin devamı değildir artık…
Karşımızdaki din, Celeste’in de tanrılarından biri olduğu pop müziktir, şöhrettir, paradır ve nihayetinde kiminle hangi yaşta yapıldığının çok da önemi olmayan çocuktur bundan böyle…
Ki, bütün bunlar aslında aşırı (metil) alkol tüketimi nedeniyle bir gözünü de kaybeden Celeste’in, yaşam tarzına ve şarkı sözlerine de yansıyan toplumsal bir “yozlaşmadır” Brady Corbet’e göre…
Ve Celeste’in binlerce kişinin katıldığı açık hava konserleri de bu yeni dinin kutsal ayinleridir…
Elbette “spoiler” vermeden, sırf yorumumuz sonrasında meraka kapılarak izlemek isteyeceklere küçük bir rehber olması amacıyla şu ana kadar sıraladıklarımızın dışında daha pek çok şey var her dakikası farklı bir metafor, kara mizah ve sürpriz dolu olan bu oldukça ilginç filmde…
Öyle ki, istense sadece filmin anlatıcısı Willem Dafoe’nin söylediklerinden bile en az 10 sayfa daha yorum çıkar…
Yeter ki siz, ünlü bir pop yıldızının hayatını yahut (yukarıda anlattıklarımız nedeniyle) o yıldız üzerinden verilmeye çalışılan bir ahlak dersini izleyeceğim düşüncesi ile geçip oturmayın ekranın karşısına…
Yoksa “Yazık oldu 114 dakikama” diye üzülür ve hatta ağıt yakar dövünürsünüz de…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda da olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; nitelikli film izlemeyi tarz edinmiş sinemasever dostlara, ana fikir olarak Brady Corbet’in “The Childhood of a Leader” (2015) isimli ilk yönetmenlik denemesi için yazdıklarımızın bir kısmını tekrarlamış olmak pahasına, ”Gerçekten de üst seviyede bir film izlemek istiyorsanız arşivimize de dâhil ettiğimiz bu harika dramaya biraz sabır ve emek harcayın” diye seslenerek kullanmak istiyoruz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz entelektüel seviyesi oldukça yüksek olan bu film için önerimiz de, eğer halen izlemediyseniz “mutlaka bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
"Ne izlediğini dahi fark edemeyenlerin ve üstelik buna rağmen yorum yazmaya kalkışanların durumu her zamanki gibi çok vahim ve üzücü..."