Ağlar kendi kaderine ağlar!
Yazar: Banu BozdemirGüney Koreli Kim Ki-Duk değişken bir üretkenliğe sahip yönetmenlerin başında geliyor. Anlamadığı şeylerin filmini çektiğini söyleyen ve bu anlamda da filmlerinden kendine has bir samimiyet ve aynı zamanda metafor fışkıran yönetmen ana malzeme olarak insanın değişken ve kötücül duygularından besleniyor. Kanımca onları anlamdırabilmek için de film çekiyor. Filmlerini kendi inişli çıkışlı duygusuyla ve severek takip ettiğim Kim Ki-Duk insan doğasının dengesizliğinden beslenmeye devam ediyor. Neredeyse en politik filmi diyebileceğimiz The Net/ Ağ üzerinden ideolojilerin mantıktan uzak yiyişmesini anlatıyor. Zaten muhalif ve ülkesinde pek sevilmeyen yönetmen kendi içindeki ideolojik açmazlarını filme çekmekten yılmıyor.
Tabii The Net / Ağ filminin denklemini çözebilmek için kuzey ve güney Kore'nin bıçak gibi birbirinden ayrılan keskin ideolojilerine bakmak lazım. Komünizmle yönetilen ve dış dünyanın nimetlerine tamamen kapalı, sade ve minimal bir hayat süren kuzeylilere nazaran güneyliler tam bir dünya devleti. Yani dış dünyaya açık... Aslında iki tarafın yönetim algısını yönetenler bazında eleştiren yönetmen sıradan insanın bu baskıcı ideolojiler karşısında nasıl da çaresiz kaldığını, yolunu şaşırıp ne yapacağını bilemediğine vurgu yapıyor. Filmin dokusu ideolojiler üstünde de yorumlanabilir. Modern hayata geçen ve ona karşı durup, daha kapalı kalmayı amaç edinen iki ülke arasında sıkışan adamın kafa karışıklığı da diyebiliriz. Gerçi Kim Ki-Duk olayı kendi ve bizim kafamızda çözdükten sonra gerisi biraz teferruat olarak kalmış.
Küçük kızı ve karısıyla gayet yoksul bir hayat süren Kuzey Koreli balıkçı kayığı bozulunca bir sınır ihlaliyle karşı kıyıdaki Güney Kore topraklarına sürüklenir. Kendi ülkesinde yoksul ve baskıcı bir hayat süren balıkçı burada da bir kobay olarak çeşitli deneylere maruz kalır, modern hayatın nimetleriyle sınanır ve hatta Güney Kore'de kalıp orada yaşaması istenir. İşte burası gözleri balıkçıya çevirdiğimiz yer. İki yaşam arasında kalıp bocalaması, kafasının karışması, renkli bir hayatla ailesi arasında gidip gelmesi ve her ideolojinin eninde sonunda ne kadar özgürlükçü görünse de yolunun baskıya çıktığını gayet tane tane anlatan bir film Ağ. Güney Koreli olan yönetmen acımasız oklarını iki ülkeye de fırlatmış. Bütün değerlerin para karşısında eridiği, komünizmin büyük değer kaybına uğradığının altını abartılı ve uzun uzun çiziyor. Tabii bir de casusluk meselesi her iki yerde de öyle amaçsız ve ezici bir sorguya dönüşüyor ki... Bir nevi Daniel Blake etkisi aldım desem yalan olmaz, orada da sistemin bireyin mantığını çökerttiğine, bir kaos ve aynılık içinde onu kendine esir etmeye çalıştığına tanık olmuştuk. Burada kapitalizm ve komünizmin yani iki sistemin balıkçının sade hayatını darmaduman ettiğine tanıklık ediyoruz. Yani sorun nasıl yönetildiğimizden çok yönetilme sorununun kendisine ve bireyin duruşuna gelip odaklanıyor.
Biraz ağırkanlı ve tekrarlı akan film psikolojik şiddetin bazen birey üzerinde fiili şiddetten daha kalıcı etkisi olduğuna değiniyor. Ve izleyen herkesin kendi yönetildiği sistemle özdeşlik kuracağı bir film yapmış Kim Ki-Duk. Yine diğer filmlerinde olduğu gibi birey ön planda ama onu çevreleyen ağlar da hemen etrafında!