“Somali’ye Eksik Bir Bakış…”
Yazar: Başak BıçakSomali Korsanları kavramı, hepimizin zihninde aşağı yukarı benzer bir tanımı çağrıştırıyor: 2000’li yıllar boyunca yükselişe geçen ve Batı eksenli uluslararası medyanın yönlendirmesiyle, serbest ticarete karşı çıkan ve bu sebeple gemileri kaçıran bir grup terörist eylemi… Kuvvetle muhtemel Somali’ye gidip, oradaki korsanlarla konuşan ilk Batılı gazeteci Jay Bahadur da, durumun bu denli basit sebeplerden ortaya çıkmış olmasını isteyebilirdi… Fakat ne yazık ki, yaşananlar hiç de göründüğü gibi değil...
Çektiği kısa filmlerle pek çok festivalden ödüllerle dönen, hatta Oscar’a aday olan Bryan Buckley’nin The Bronze’dan sonraki ikinci uzun metraj denemesi The Pirates of Somalia (Somali Korsanları), dünyaca ünlü Kanadalı gazeteci Jay Bahadur’un gerçek yaşam öyküsünden yola çıkıyor. Başrolünde Evan Peters’ın yer aldığı film genel hatlarıyla, Jay Bahadur’un Seymour Tolden (Al Pacino) isimli bir yazarla tanışması ve onun, araştırmacı gazeteciliğin okulda değil, sahada öğrenilebileceği yönündeki tavsiyelerine uyarak 2008 yılında, korsanlık faaliyetlerini incelemek üzere Somali’ye gidişini anlatıyor. The Pirates of Somalia’nın başlangıcı ise manidar… Mario Savio’nun üniversitelerdeki fikir özgürlüğünden bahsettiği tarihi konuşmasıyla açılan film, daha sonra Jay Bahadur’un odasında gördüğümüz, Alan J. Pakula’nın 1976 tarihli klasikleşmiş filmi All the President’s Men afişiyle de gazetecinin ilham kaynaklarını bize tarif ediyor. Richard Nixon’ın meşhur Watergate skandalını ortaya çıkarmış gazetecilere hayranlık duyan Bahadur, ilerleyen yıllarda kendisi de benzer bir misyon yükleniyor ve Somali’de yaşananların perde arkasını ortaya çıkaran ilk gazeteci oluyor.
Yaşananlardan etraflıca bahsetmeden önce size, yakın geçmişte izlediğimiz bir filmden örnek vermek istiyorum. Mayıs ayında vizyona giren The Last Face filminde Sean Penn, Liberya İç Savaşı’nı ele almış ve BM’in buradaki yardımlarını kutsayarak, ABD’nin Körfez Savaşı sebebiyle bölgeyle ilgilenmediği vurgusunu yapmıştı. Ancak filmin eleştirisi yazarken, durumun hiç de öyle olmadığını; ülkede yaşanan iç savaşın, General Doe liderliğinde gerçekleştirilen darbeden sonra ortaya çıktığını ve bu darbenin de, önceki hükümetin sosyalist ülkelerle yakınlaşması yüzünden yapıldığını açıklamıştım. Çünkü darbe sonrası başa geçen General Doe’nun Amerika’yla yakınlaşması ve ABD’nin, Afrika’daki en büyük yardımı Liberya’ya yapmaya başlaması bunun en büyük kanıtıydı ve tahmin edeceğiniz üzere bu ilginin sebebi, ülkenin zengin petrol rezervlerine sahip olmasıydı…
Şimdi bu şemayı alıp Somali’ye yerleştirelim… Tarihi İpek yolunun geçiş noktalarından birinin üzerinde kurulmuş, uluslararası ticaret açısından Aden Körfezi gibi kritik bir noktayı elinde bulunduran ve en önemlisi, altın ve petrol rezervi barındıran Somali, kaçınılmaz olarak Batılı devletlerin “ilgisine” maruz kalan ülkelerden… 19. yy. boyunca İngiltere ve İtalya arasında el değiştirerek sömürgeleştirilen Somali, 1960’ta bağımsızlığını kazandıktan sonra, şansa bakın ki, sosyalist bir yönetim modelini benimsiyor. Soğuk Savaş dönemi boyunca, dünyanın çeşitli bölgelerinde yer alan devlet ya da devletçikleri kendisine bağlı politikalar izlemelerini sağlamak amacıyla yönlendiren(!) ABD, bir süre doğa olarak Somali’yle de ilgilenmeye başlıyor. 1969’da iktidarı ele geçiren Mohamed Siad Barre’nin, devrilmeden çok kısa bir süre önce dört büyük Amerikan Petrol şirketine ayrıcalıklar tanımasıyla fark edilen bu yoğun ilişki, 1991’de iç savaşın başlamasından sonra bambaşka bir boyut kazanıyor. Ülkeye gelen BM güçleri, geçici bir yönetim kuruyorlar ancak bu yönetim bir süre sonra halkta rahatsızlık yaratmaya başlıyor. Hatta Ridley Scott’ın, Black Hawk Down (Kara Şahin Düştü) isimli filminde gösterdiği gibi Somaliler tarafından kabul görmeyen Batılı askerler, Siad Barre’den sonra başa gelen Mohamed Farrah Aidid’in de etkisiyle, 1995 yılında ülkeden ayrılmak zorunda kalıyorlar.
Sonuç; ABD merkezli bir müdahale olduğu ileri sürülen Aidid’in düşüşü ve iç savaşın ülkede yarattığı iktidar boşluğuyla artış gösteren korsan faaliyetleri… Ve tüm dünya gözlerini bu korsanlara çevirmiş ve El Kaideli bağlantılı El Şebab örgütünün ülkeye hâkim olması sebebiyle (Bir Yeşil Kuşak projesi daha başarıyla tamamlanıyor) onların ne yaptıklarını anlamakla meşgulken ABD, bölgedeki gücünü arttırıyor ve 2007 yılında ülkede Somali Petrol Şirketi kuruluyor… Tıpkı Yugoslav iç savaşına müdahale eden BM’in gelişinden sonra zengin yeraltı kaynaklarına sahip Kosova’da, ABD’nin en büyük silah deposu Bondsteel’in kurulması gibi…
Bu noktaya devreye giren kişi ise Jay Bahadur oluyor… Dünya kamuoyu Somali’de yaşananları, tüm bu trajediden habersiz bir biçimde değerlendirip ve 19. yüzyıl boyunca sömürülmüş; ardından iç savaşla perişan olmuş bir ülkenin ekonomik durumunun yol açtığı korsanlık faaliyetlerinin sebeplerini araştırmadan terörizm olarak nitelerken; Jay Bahadur tek başına Somali’ye gidip korsanlarla görüşüyor. Tek önemli geçim kaynağı balıkçılık haline gelen Somali halkının balıkçılık yapmasının engellenmesi bir yana, iç savaşın yarattığı denetimsizlik ortamında ülkenin sahip olduğu zengin ton balığı kaynaklarının başka ülkeler tarafından sömürülmeye başlanmasının, korsan faaliyetlerinin ortaya çıkışındaki asıl sebep olduğunu kanıtlıyor. Hatta Somali halkının korsanları desteklediği ve onlara Somali’de korsan değil, denizlerin koruyucusu dendiğini de…
Somali Korsanları’nın arka planını uzun uzadıya açıklamamın sebebi ise hikâyesini yukarıda bahsettiğim bu olayların tamamen dışında bırakıyor olması… Film, Jay Bahadur’un okuldan mezun oluşundan sonra yaşadıklarını ve Somali deneyimlerini peliküle aktarırken, olayların iç yüzünü göstermek konusunda epey hevessiz görünüyor. Somali’de Amerikalılardan neden nefret edildiği, iç savaş süreci gibi siyasi olaylar eksik kalırken, seyirci daha çok, Bahadur’un kişisel yolculuğuna tanıklık ediyor ve bir gazetecinin “oluşum” sürecini duygusal iniş çıkışlarıyla birlikte gözlemliyor. Hatta filmin finali de bu anlamda –bilgi açısından- havada kalıyor zira Jay Bahadur’la birlikte Somalili korsanlara dair öğrendiğimiz yegâne şey, onların denizlerde Somali halkının haklarını korudukları ve halkın da onları desteklediği yönünde… Üstelik röportaj yaptığı bir korsandan “illegal balıkçılık yapanlar cezalandırılmalı” gibi tamamen yetersiz ve yüzeysel bir bilgi dışında pek fazla şey öğrenemiyoruz. İç savaşın neden çıktığı, o dönemde nelerin yaşandığı, insanların neden korsanlık faaliyetine giriştikleri ve haklı sebepleri es geçiliyor. En tuhafı da, Bahadur’un Batılı devletlere, “onları da bizim gibi görmelisiniz” cümlesiyle akıl almaz bir oryantalist yaklaşım sergilemesi…
Bu tavrın sebebi pek tabii, Hollywood’un çok sevdiği “cesur beyaz adam” temasıyla alakalı çünkü Bahadur, kimsenin cesaret edemediği bir şeyi yaparak tek başına Somali’ye gitmiş, korsanlarla görüşmüş ve onları “anlamaya” çalışmış bir Batılı… Ve bu cesaret Bahadur’un, gördüğü ve yaşadığı onca şeye rağmen oryantalist gözlüğüyle Doğu’yu Batı’ya anlatma çabasını da filmin nezdinde normal ve haklı kılıyor. Sonuçta ne yaşarsa yaşasın, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, bir Batılının Doğu’yu anlama girişiminin oryantalizmden uzak kalması mümkün olmuyor.
Her şeye rağmen Somali Korsanları, etkileyici ve ders niteliği taşıyan bir başarı ve azim öyküsü… Başınıza ne gelirse gelsin, pes etmemeniz gerektiğini, mutlaka bir çıkışın olabileceğini Jay Bahadur’un bu hayranlık uyandıran biyografisiyle gözler önüne seriyor. Film aynı zamanda, başrolündeki Evan Peters’ın kariyeri açısından da bir dönüm noktasına işaret ediyor zira Peters’ın etkileyici bir performansla ete kemiğe büründürdüğü Jay Bahadur, tek başına filmin yükünü sırtlıyor. Zaten hayal ile gerçek arasında gidip gelen bir karaktere sahip olduğu için, rüyalarının betimlendiği sekanslar oldukça eğlenceli ve mizah yüklü… Hatta pek çok yerde Bahadur’un sanrıları animasyon yardımıyla tasvir ediliyor. Al Pacino’nun varlığı filme tat veriyor ancak Al Pacino ve Robert de Niro gibi usta isimleri böyle sıradan rollerde görmekten hoşlanmadığım için olmasa da olurmuş diyebilirim.
Özetle Somali Korsanları, meselesi itibariyle ilgi çekici, hikâyesini eksik ama kabul edilebilir bir biçimde inşa eden fakat meramını anlatmakta zayıf kalan bir film… Peters’ın performansı görülmeye değer fakat daha fazlasını beklemeyin…
Başak Bıçak
basakbicak@gmail.com
https://twitter.com/BasakBicak