“Light of My Life”, senaryosunu da yazmanın yanı sıra “Baba” karakterini de canlandıran Casey Affleck’in yönetmen koltuğunda oturduğu (post – apocalyptic) kıyamet sonrası bir drama…
Prömiyeri, 8 Şubat 2019’da Berlin Uluslararası Film Festivalinde yapılan ve 9 Ağustos 2019 tarihinde Amerika’da vizyona giren filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Ancak, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce yine filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, en son oynadığı iki David Lowery filmi olan “A Ghost Story” (2017) ve “The Old Man & the Gun” (2018) ın etkisinde kalan Casey Affleck’in aynı minimalist yaklaşımı esas alarak çektiği güzel bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Elbette burada sözünü ettiğimiz etki, filmin konusu ile alakalı değil… Ki, zaten bu film ile o iki Lowery filminin konuları arasında hiçbir benzerlik de mevcut değil…
Bizim bu filmdeki minimalist yaklaşım ve Lowery filmleriyle olan benzerlikten kastımız, bu filmde de, Lowery’nin 100 bin dolar gibi sembolik bir bütçeyle çektiği “A Ghost Story” (2017) filminde olduğu biçimde sadelik ve işlevselliğin gerçekliğinin ön plana geçmiş olmasıydı…
Ne yazık ki yurt dışında yapılan yorumlarda konu olarak filmi, kıyamet sonrası yol hikâyelerinin anlatıldığı “The Road” (2009) ve “Bird Box“ (2018) filmlerine ve hatta kıyamet sonrasıyla hiçbir ilgisi bulunmamasına karşın “Leave No Trace” (2018) filmine benzetenler ve o nedenle de hikâyenin orijinal olmadığını söyleyenler çoğunlukta…
Doğrusunu isterseniz, bu benzetmelerden yola çıkarak yorum yapanların haksız olduklarını söylemeniz öyle pek de kolay değil… Hele de, daha önce “The Handmaid's Tale” (2017 – 2019) isimli diziyi izlemediyseniz yahut bu diziden tamamen bihaberseniz… Zira Casey Affleck, filmdeki en önemli hamlesini bu dizinin ana teması olan “kadın” üzerinden yapmış durumda…
Nasıl mı?
Casey Affleck’in yazdığı hikâyede de, aynen bağlantı kurduğumuz dizide olduğu gibi kadın yine değerli bir “cinsel meta” durumunda… O yüzden de, Baba ve dünyadaki kitlesel ölümlere yol açan veba salgınından sağ kurtulan erkeklerce “doğurgan bir dişi” olarak görülen 11 yaşındaki kızı Rag’in (Anna Pniowsky), zorlu umuda yolculuğu/kaçışı anlatılmaktadır bu filmde… Tabii buna rağmen işi şansa bırakmak istemeyen Affleck, sadece birkaç sahnede (misafir oyuncu gibi) görünse de Elisabeth Moss’a da Rag’in annesi karakterinde rol vermiş…
Peki, kimdir bu Elisabeth Moss ve varlığının ne önemi vardır bu filmde?
Her şeyden önce Elisabeth Moss, “The Handmaid's Tale” (2017 – 2019) dizisinin baş karakterleri June Osborne ile damızlık Offred ve Ofjoseph’i canlandıran 2 Golden Globes ve 1 Primetime Emmy ödüllü bir yıldızdır… Önemine gelince… Bunu anlayabilmek için kız annesi olduğu hem o diziyi ve hem de bu filmi eş zamanlı olarak izlemiş olmak gerektiğini düşünüyoruz…
Bu nedenle de Affleck’in hikâyesini ve dolaysıyla da filmini, doğrudan “The Road” (2009), “Bird Box“ (2018) ve “Leave No Trace” (2018) gibi filmlere benzeterek orijinallikten yoksun olduğunu söyleyerek kestirmeden eleştirmeye kalkışmak sadece ciddi bir aymazlık değil Affleck’in minimalizmin dibine vurduğu sinema dili ve zekâsına da yapılmış büyük bir haksızlık olacaktır…
Bitirmeden birkaç söz de, baba ve kızını oynayan Casey Affleck ile Anna Pniowsky’nin performanslarına dair etmek gerekirse, lafı çok da dolandırmadan söylememiz gereken tek şeyin “harikaydı” olduğuna inanıyoruz…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda da olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; nitelikli film izlemeyi alışkanlık haline getirmiş sinemasever dostlara, “Amerikan sinemasının Casey Affleck, Joel Edgerton, Paul Dano, Olivia Wilde ve benzerleri gibi iyi işler yapmaya çalışan oyuncu kökenli yönetmenlerinin filmlerini de izleme listelerinize dâhil etmeyi unutmayın” diye seslenerek kullanmak istiyoruz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3 verdiğimiz bu film için önerimiz de, eğer halen izlemediyseniz olumsuz puan ve yorumlara aldırmadan “bir şans da siz verebilirsiniz” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler…
Son iki not:
1. Sinemada minimalizm, bu akımın öncülerinden Fransız yönetmen Robert Bresson tarafından, “Bir kemanın yettiği yerde ikincisini kullanmamak” olarak tanımlanmıştır…
Dardanne Biraderler ve Jim Jarmusch’un da dâhil olduğu bu akımın Türkiye’deki en önemli temsilcisi Nuri Bilge Ceylan’dır…
2. Tüm hakları bize ait olan bu yorumun orijinali; bir başka mecrada tarafımızca, 22 Ağustos 2019 günü saat 03.10’da yazılarak paylaşılmıştır...