Hesabım
    Sıkı Dostlar
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Sıkı Dostlar

    Ateş düştüğü yeri yakar

    Yazar: Ali Ercivan

    Sıkı Dostlar (Last Flag Flying), Hal Ashby’nin yönettiği 1973 tarihli Son Ayrıntı (The Last Detail) filminin gayrıresmi devamı, ruhani kardeşi. (Son Ayrıntı doğru bir Türkçeleştirme değil aslında, Son Görev daha yerinde bir karşılık olurdu.) İki film de Darryl Ponicsan’ın romanlarından uyarlama. Vietnam döneminde geçen ilk roman ve dolayısıyla film, adi bir suçtan dolayı askeri cezaevine gidecek bir er ve onu teslim etmekle görevli iki askerin arasında oluşan dostluğu anlatan bir yol filmiydi. Sıkı Dostlar ise 2003’te, Irak savaşı döneminde, bu üç askerin seneler sonra yeniden biraraya gelmesini ve farklı bir sebepten çıktıkları bir başka yolculuğu anlatıyor. Fakat senaryoyu da Ponicsan’la birlikte kaleme alan Richard Linklater’ın filmi, karakterlerin isimlerini ve geçmiş hikayelerini bir miktar değiştirerek, tam anlamıyla bir devam filmi olmaktan da çıkıyor. Anlıyoruz ki Bryan Cranston aslında Jack Nicholson’ın karakterinin yaşlılığını canlandırıyor; Laurence Fishburne, Otis Young’ı; Steve Carell de Randy Quaid’i... Bu durum, aktörlerin performanslarına bile yansıyor. Ancak The Last Detail’den kayda değer oranda uzaklaşmış olduğundan, Linklater bildiğimiz anlamda bir devam filminden özellikle uzaklaştırıyor projesini.

    Before üçlemesi ve Çocukluk (Boyhood) gibi filmleriyle hem romantizmi hem de gençlik enerjisini filmlerinde başarıyla yansıtagelmiş Linklater’ın imzası, uzun diyalog üzerinden ilerleyen hikayeler anlatmak denebilir, Sıkı Dostlar’ı onun filmografisinin organik bir parçası yapan nitelik de bu. Doc, Sal ve Mueller’ın yolculuğu ve bu yolculukta karşılaştıkları insanlarla etkileşimleri, 11 Eylül sonrası Amerika’sına dair hüzünlü ama insani bir bakış sağlıyor. Mülayim ve kendi küçük hayatında mutlu olmuş bir adam Doc. Bu yolculuğu tetikleyen de onun başına gelenler. Karısını kısa süre önce kaybetmiş, şimdi de Irak’ta askerlik görevini yapan tek oğlunun ölümünü almış, hayatta tutunacak kimsesi kalmamış. Oğlunun cenazesini alıp toprağa vermek için yanında kendi askerliğinden iki arkadaşı olsun istiyor, Sal ve Mueller’a ulaşıyor. Bu iki adam, Doc’ın iki omzundaki melekle şeytan olacak adeta. Kendini dine adamış ve rahip olmuş Mueller; bar işleten ve hayatında düzen namına hiçbir şey olmayan, daha dünyevi zevklerin adamı Sal. İkisi de Doc’ı başka bir yöne çekmeye çalışırken, aslında üçünün birden dönüşeceği, bu anlamda yol filmi türünün hakkını veren bir öykü.

    Richard Linklater’ın olabildiğinde mütevazı, gösterişsiz, yalın, sahici bir film yapmak istediği belli. Fakat kendisi bir Mike Leigh ya da Ken Loach değil elbette. Dolayısıyla ortaya amaçladığı duygusal güce ulaşabilen bir sonuç çıkmamış. Bunda belki filmin odağının birkaç parçaya dağılmış olması da etken. Üç arkadaşın Vietnam günlerinden beri taşıdıkları vicdan azabı, Doc’ın oğlunun nerede ve nasıl gömüleceğine dair orduyla girdikleri mücadele, arada lüzumundan fazla yer kaplayan cep telefonu ve internet gibi değişen dünyanın emareleri, inanç tartışmaları, birbirlerinden çok uzak tematik eksenler oluşturmasalar bile, filmin ne hakkında olduğuna dair bir cümle kurmayı güçleştiriyorlar.

    Ancak bir asker cenazesi üzerinden kurulan öykü, şehitlik meselesine dair güçlü bir söylem üretmeyi başarıyor yine de... Vietnam’da kendileri de “Ne için savaşıyoruz, arkadaşlarımız ne için ölüyor?” sorularıyla boğuşmuş üç eski askerin, pisi pisine ölen gençleri sahte hikayeler yazarak ailelerine kahraman şehitler gibi sunagelmiş, sunmaya devam eden askeri kurumlara söyleyecek birer çift lafı var. Ateş düştüğü yeri yakar lafını hatırlatır şekilde, şehitlik denen şeyin, manasız veya çeşitli çıkarlar için yürütülen savaşları mazur göstermek amacıyla, çocuklarını kaybeden ailelere sahte bir teselli vermek uğruna uydurulmuş, içi boş bir kavram olduğunu söylüyor Sıkı Dostlar. Fakat yine de oğlunu kaybetmiş bir büyükannenin içi biraz soğuyacaksa, acısı biraz olsun dinecekse, bu yalanlara bile anlayış gösterilebileceği bir noktaya varıyor. Sonuçta önemli olan kurumlar değil, insanlardır diyor. Ordu bize bu hayatta ihtiyaç duyduğumuz cevapları veremeyebilir ama aslında birlikte askerlik yaptığımız insanlardadır aradığımız cevap, kıymetli olan bu insanların birbirleriyle paylaştıklarıdır, yaptıkları göreve ve hayattaki seçimlerine yükledikleri manadır diyor.

    Katılırsınız, katılmazsınız, ortaya çıkan film çok güçlü bir sinema eseri de olmayabilir ama bu öyküde dokunaklı bir yan var bana sorarsanız.

    Twitter: aliercivan

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top