Senaryosu, Rhidian Brook’un aynı isimli romanından Joe Shrapnel, Anna Waterhouse ve Rhidian Brook’un bizzat kendisi tarafından yazılan “The Aftermath”, yönetmen koltuğunda James Kent’in oturduğu bir drama…
Prömiyeri, 26 Şubat 2019’da Glasgow Film Festivalinde yapılan ve 1 Mart 2019 tarihinde İngiltere’de vizyona giren filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Ancak, artık neredeyse yorumlarımızda geleneksel bir özellik halini aldığı üzere ayrıntılı incelemeye geçmeden önce yine filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, baş rollerde Keira Knightley, Jason Clarke ve Alexander Skarsgård gibi beyazperdeye fazlasıyla yakışan yıldız isimler olmasa, sırf hikâyesindeki karmaşık ilişkiler ağı nedeniyle dahi izlemesi insanı tedirgin edip sarsabilecek nitelikte olan bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Zira Rhidian Brook’un, zamanla yıkıcı bir tutku ve ihanete dönüşen düşmanlık ve kederi anlattığı romanının senaryosu öyle her bünyenin kolayca kabullenip hazmedebileceği cinsten bir duygusal gelgitle alakalı değil…
Ki zaten o yüzden de, Rachael Morgan (Keira Knightley) ile Stephen Lubert (Alexander Skarsgård) arasında, görünürde herhangi bir geçerli neden yokken birden bire alevlenen yıldırım aşkı ile Rachael Morgan’da yine aynı biçimde ortaya çıkan ani pişmanlık hali, kimse için pek inandırıcı olamadığı gibi ikna edici de olamıyor…
Belki filmimizde, Rachael Morgan’ın (Keira Knightley) gönül serüveni Emma Bovary ve Anna Karenina’nın aşkları gibi başlayıp bitmiyor ama Rachael Morgan’ın eşi Lewis Morgan (Jason Clarke) için "ihanetin bu kadarını dahi hak etmiyor bu adam" dedirtiyor izleyiciye …
Yani neresinden bakılırsa bakılsın, gerçekten de son derece karmaşık bir aşk üçgeni var bu filmin hikâyesinde…
Bu arada unutmadan; nitelikli oyunculuk performansı içeren filmin, görüntü yönetmeni Franz Lustig’in elinden çıkan karlı Prag (Çek Cumhuriyeti) manzaralarının fonda olduğu kamera çekimleri ile başta Claude Debussy’nin “Clair de Lune / Ay Işığı” isimli sonatı olmak üzere bütün müziklerinin de filme ayrı bir derinlik kattığını da belirtmiş olalım…
Çünkü onlar da çok iyiler...
Sanıyorum, hem de hiç “spoiler” vermeden, şu ana kadar anlattıklarımız, “ihanet ve pişmanlık” temalı aşk filmi tutkunlarının iştahını bayağı bir kabartmış olmalı…
O nedenle, belki yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda da olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; iyi film izlemeyi alışkanlık haline getirmiş olan sinemasever dostlara, “Demek ki film seçerken bazen de filmin oyuncu kadrosuna bakmak gerekiyormuş” diye seslenerek kullanmış olalım…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 2,5 verdiğimiz bu film için önerimiz de, eğer halen izlemediyseniz “bir şans da siz verebilirsiniz” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Bu filmin ana yapımcılarından birisi, Scott Free Productions firmasının sahibi olan ünlü sinemacı Ridley Scott’dır…